25 Ekim 2014 Cumartesi

Göklerin ve Yerin Melekutu - Ve Diğer İki Konuyla İlgili Kısa Yazılarım

Göklerin ve Yerin Melekutu(İçyüzü/Hükümdarlığı)

Enam Suresi

75.Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.

76. Gece onun üstünü örtünce bir gezegen gördü de "İşte Rabbim bu!" dedi. Gezegen battığında ise "Batıp gidenleri sevmem!" diye konuştu.

77. Ay'ı doğar halde görünce, "Rabbim bu!" dedi. O batınca da şöyle konuştu: "Eğer Rabbim bana kılavuzluk etmeseydi sapıtan topluluktan olurdum."

78. Nihayet Güneş'in doğmakta olduğunu gördüğünde, "Benim Rabbim bu, bu daha büyük!" dedi. O da batıp gidince şöyle seslendi: "Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben."

79. "Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben."

İbrahim Peygamber burada tüm evrenin de tıpkı bu tanık olduğu gök cisimleri gibi doğup battığını fark etmişti diye düşünüyorum. Ve bu yüzden de kendisi yaşadığı sürece sabit gibi duran yeryüzünü/tabiatı veya uzayı/evreni de aynı hataya düşerek Rabbi olarak görmeye kalkmadı; dediğim gibi güneş, yıldız ve gezegenler gibi, üzerinde bulunduğu dünyanın da, içinde bulunduğu kainatın da gelip geçici birer kul olduğunu anlamıştı.

Hem de bunlar ömrü boyunca ona sabit gibi gözüküceği için çok daha kolaylıkla yapabilirdi bu hatayı. Ama burada ona tüm evrenin de içindekilerle birlikte birgün yokedileceği dolaylı olarak gösterilmekte. Güneş, ay veya gördüğü gezegenin doğuşu ve batışı, evrenin de doğuşu ve batışını (yaratılışını ve yokedilişini) temsil ediyordu/anlatıyordu ona aynı zamanda.

Zaten 75. ayette “Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.” denilerek bu durum anlatılmakta. Yani evrenlerin ve dünyanın bir başlangıca ve sona sahip olduğu... (sonlanma konusunda tek istisna tabii ki “Rabbin Katı” adı verilen Ahiret Evrenidir ki onun da bir başlangıcı olmasına karşın sonsuza dek var olacaktır, yani yok olmayacaktır).

 http://emre1974tr.blogspot.com.tr/2011/07/zaman-zamanszlk-ve-rabbin-kat.html

Ve tabii ki Big Bang ile Big Crunch da (yaratılış ve yok edilişin vücuda geliş şekli) kendisine bu örneklerle anlatılmış olmaktadır. Çünkü gördüğü gezegen, ay ve güneş önce doğuyor yani bir başlangıç noktasında gözüküyor, sonra yükselmeye başlıyor ve zirve noktasına erişiyor, sonra da batmaya yani aşağıya inmeye başlıyor ve en sonunda da tamamen batarak gözden kayboluyorlar. Evrenin Big Bang (ortaya çıkışı ve genişlemesi) ve Big Crunch (içine çökerek yok olması) aşamaları da bu yöndedir gerçekte.

“Batıp gidenleri sevmem” sözünü, bu olayın aslında tüm kainatı kapsadığını anlayarak söylemişti. Bu alemdeki herşey bir gün batacak yani yok olacaktı.

Kısacası; İbrahim Peygamber bu yaşadığı deneyimle, evrenin ve içindeki tüm diğer varlıkların da aynı döngüleri yaşadığını kavradı ve tüm gördüklerinin (hatta diğer göklerin/evrenlerin bile), birer kul olduğunu farkederek bunları yoktan vareden yüce Allah'a teslim oldu. Ve yine fark etti ki yüce Rabbimiz yönetici ve gözlemci olarak her yerde, ama varlık olarak evrenimizin (ve de diğer evrenlerin) dışındadır. Hiçbir yaratılmışda tanrısallık yoktur.

Bu arada evrenimizin ve de diğer evrenlerin (Göklerin), “Rabbin Katı” adı verilen “Ahiret Evreni” hariç, içe çökerek sonlanacağını haber veren ayetleri de paylaşalım:

Zümer 67: Allah'ı, kadrine/şanına yaraşır şekilde tanıyamadılar. Oysaki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O'nun avucudur/avucundadır; gökler de O'nun sağ elinde/kudretinde dürülmüş haldedir. Şanı yücedir O'nun; arınmıştır onların ortak koştuklarından.



Enbiya 104: O gün Evren’i kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz.


 
Kullar Doğruluk/İyilik Üzerine Yaratıldıklarının Farkındalar

Dünyanın dört bir tarafında herkesin, yanlışa veya kötülüğe yönelen kimseler ve yaptıkları şeyleri tanımlamak için kullandığı "sapmış” veya “sapkınlık" gibi ifadeler de insanların özde doğruluk/iyilik üzerine yaratıldığını ve programlandığını gösteriyor aslında. Bu tanımlama kutsal kitaplarda da yine yanlış yolda olan kullara yönelik kullanıldığı gibi, dediğim gibi tüm dünyada insanların dilinde, bilgisinde vardır.

İnsanlığın kollektif bilincinde bulunduğu görülen bu sözcükler, başlangıçta kusursuz düşünce ve davranış üzerine yaratıldığımızın kabul edildiğini dolaylı da olsa gözler önüne seriyor. Şöyle bir düşüncek olursak, sapmak, dönmek eylemi her zaman kötü değildir gerçekte. Çünkü bir insan bazen yanlışından dönerek doğruya, güzele de sapabilir. Fakat biz bu ifadeleri sadece yanlışa sapan, yani doğrudan dönen kimseler için veya ilgili yanlış davranışların kendisi için, olumsuz anlamda kullanırız hep.

Bilinçaltından da olsa biliriz ki; başlangıçta/doğuştan zaten doğru yol üzerinde olduğundan insanlar, kötülüğe ve yanlışa yönelenler içindeki "doğrudan/vahiyden/ruhdan sapmış, yani uzaklaşmış" demektir. Ve böyle kişilere kısaca "sapmış", ilgili davranışa da “sapma” denir. Gerek inanç konusunda olsun, gerek davranış veya başka bir konuda...

Kutsal kitabımızda da; doğruluk ve iyilik üzerine ve de temel vahiyle yoğrulmuş bir şekilde yaratıldığımız gerçeği şöyle anlatılır:

7: 172 Rabbin, Adem oğullarının bellerinden soylarını çıkarırken onları kendi kendilerine tanık tutar: "Ben, Rabbiniz değil miyim? " "Evet, tanıklık ediyoruz, " derler. Böylece diriliş günü, "Biz bundan habersizdik, " diyemezsiniz.

7: 173 Yahut, "Atalarımız önceden ortak koştu ve biz de onlardan sonra gelen soylarıyız, bizi bidat ve hurafelere dalanlardan dolayı mı yok edeceksin, " diyemezsiniz.

- Bir tek Tanrıcı (hanif) olarak kendini dine adamalısın. Nitekim, ALLAH insanları böyle bir yaratılış ile donatarak yaratmıştır. ALLAH`ın yaratışında değişiklik olmaz. Bu, tam yetkin bir dindir, fakat insanların çoğu bilmez (Rum Suresi 30)

Anne karnındayken verdiğimiz sözün yanı sıra, temel önemli ilahi bilgiler (vahiy, yani ruh) genlerimize işlenmiş durumda, ve böylece tıpkı başkalarına iyilik yapmanın doğru olan şey olduğunu "bilmek" gibi, Allah'ın var ve de tek olduğunu da "biliyoruz" aslında.

Gerçeği inkar edenler veya hurafelere inananlar, bile bile bu hatalarını yapmakta yani gerçekte.

Ve bu yüzden sorumluyuz,(mazeretimiz yok ahirette), bu bilgi(temel vahiy) içimizde olduğu için, ve de Kuran ayetlerini tasdik ettiği için(Kuran'ın gerçekliği delillere dayandığı için)...Şu an içinde yaşadığımız imtihan dünyasında gerçek dine ve bilgilere inanmakla, buna karşılık hurafelerden ise uzak durmakla yükümlüyüz.

Hatırlamıyor gibi gözükmemiz yüzeyde, derine inince hepsini hatırlıyor ve de bize işlenen tüm bilgilerin, gerçeğin farkındayız.

İşte insanoğlu yüzeyde pek farkında olmasa da, gerçekte bu sebeplerden dolayı, genelde belli bir derecenin üzerinde kötülük veya yanlış şeyler düşünenleri/yapanları, ve de davranışın kendisini tanımlamak için aynı ifadeler kullanılır tüm dünyada. Hatta psikoloji/psikiyatri alanında bile aynı tanımlamalar kullanılmaktadır.

Başlangıçta(doğuştan) doğru bilgilere sahip olduğunu kişinin, doğru yol üzerine varedildiğini, ama sonradan içindeki ayetlere sırtını dönerek, yanlışa yöneldiğini, yani yanlış yola "saptığını" söylemiş oluyoruz. Bilinçaltından da olsa bunun farkındayız aslında.

Ayetlerde de bu şekilde tanımlanır doğrulardan ve iyilikden uzaklaşan insan veya cinler elbette:

İbrahim Süresi 18: Rablerine nankörlük edenlerin amelleri, fırtınalı bir günde rüzgârın tarumar ettiği küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu, dönüşü olmayan sapıklığın ta kendisidir.



Nisa Suresi 116: Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez ama bunun dışında kalanı/bundan az olanı dilediği kişi için affeder. Allah'a şirk koşan, dönüşü olmayan bir sapıklığa dalıp gitmiştir.

Ve dediğim gibi tüm dünyadaki insanlar da ayetlerin verdiği bu bilgiyi onaylamakta; “aşırı sağlıksız düşünce ve davranış” içinde olanları aynı şekilde adlandırmaktadır (farklı inançlardaki insanların iyilik/kötülük, doğru/yanlış anlayışları birbirinden yüz seksen derece farklılıklar gösterebilmekte birçok konuda, ama yapılan eyleme ve yapan kişiye yönelik kullanılan terim aynıdır).Böylece aslında hem evrensel ve kesin doğruların/iyiliğin varlığını ve hem de insanların baştan doğru yol üzerine yaratıldıklarını kabul ettiklerini göstermekteler.

 

Zümer Suresi 10 ve 53. Ayetlerle İlgili Soruya Cevap…



Zümer Suresi 10 ve 53. ayetlerinde “de ki” ifadesinden sonra “kullarım” denmesinin nedenini soranlara verdiğim cevabı burada da paylaşmak istedim.

(Zümer 53)
De ki: “Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affder. Çünkü O, mutlak Gafûr, mutlak Rahîm’dir.

Sadece bu ayetlerde değil, başka örneklerde de görüyoruz benzer durumu. Kuran’daki bu anlatım özelliğinde “aktar/bildir” veya “tarafımdan söyle” anlamında “de ki” ifadesi kullanılmakta.
Örneğin:

Şunu de: ‘Kendinden öncekileri doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjde olarak ALLAH’ın izniyle bunu kalbine indiren Cibril’e her kim düşman olursa,
(Bakara97)

Yine “de ki” ifadesinden sonra “bunu kalbine indiren” denmektedir görüldüğü üzere. Yani burada aslında peygamberin insanlara, konuşurken bire bir söyleyeceği diyalogdan falan bahsedilmiyor.
Burada “de ki ” bu cümleyi “birebir söyle” değil, çünkü peygamber sohbet ederken cümleyi “benim kalbime indiren” şeklinde söyleyecektir. Ya da “Allah şöyle dememi /aktarmamı istedi” deyip ayetteki şekliyle cümleyi sunacaktır.
Başka bu tarz ayet örnekleri verelim:

Enfal
38. Küfre sapanlara söyle: “Eğer son verirlerse eskide kalmış olan, kendileri için affedilir. Eğer yeniden başlarlarsa, daha öncekilere uygulanan yol ve yöntem, eskisi gibi devam etmiş olacaktır.”
Casiye
14. İman edenlere söyle: “Allah’ın günlerini ummayanları affetsinler ki, O, bir toplumu kazandıklarıyla cezalandırsın.”
Yine “de ki” den sonraki cümleyi birebir aktarması istenmiyor burada. Zaten ayet okununca bu bilgi de verilmiş oluyor. Yani ayrıca bir daha söylenmesine de gerek kalmıyor. Ama dediğim gibi bir sohbet sırasında insanlara bu ifadeyi sunmak isterse peygamber, hitabına uygun hale getirecektir. Buradaki anlam “onlara aktar/tarafımdan bildir” şeklindedir.
Bu açıdan bakılınca Zümer 10 ve 53. ayetlerdeki “de ki” ifadelerinde de bir aykırılık olmadığı rahatlıkla görülebilir:

Zümer
53 De ki: “Ey öz benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affder. Çünkü O, mutlak Gafûr, mutlak Rahîm’dir.
Bu ayetlerde de peygamberin insanlara “kullarım” şeklinde seslenmesi değil, cümlenin uygun şekilde aktarılması isteniyor. Ayrıca dediğim gibi, zaten buna gerek bile yok, bu ayetler olduğu gibi aktarılınca insanlar bilgiyi de almaktadırlar.
Bu bağlamda ayetlerin en doğru çevirisi “söyle” yerine “aktar” veya “tarafımdan söyle” şeklinde başlamak durumundadır ve bu şekilde tercüme edenler var zaten:

Zümer
10.Tarafımdan söyle: “Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun! Bu dünya hayatında güzel düşünüp güzel davrananlara güzellik vardır. Allah’ın toprağı/yeryüzü geniştir. Sadece sabredenlere, ücretleri hesapsız ödenecektir.”
Zümer
53. Onlara bildir: ‘Kendilerine karşı sınırı aşan kullarım, ALLAH’ın rahmetinden ümit kesmeyin. ALLAH tüm günahları affedicidir. O Bağışlayandır, Rahimdir.’
 
Selam ve sevgiler

3 Ağustos 2014 Pazar

Miras Ayetlerinin Çözümü

Miras ayetleri olan Nisa 11, 12 ve 176'nın her biri, gerçekte ayrı ayrı ayrı durumlar için ayrı formüller sunuyor. Hatta bu ayetlerdeki her cümle de kendi içinde ayrı durum ve formülden bahsetmekte...

İnternette araştırırken, bu 3 ayetin kendi içinde ayrı formül verdiğini farkedip söyleyenlerin olduğunu gördüm. Fakat dediğim gibi sadece ayet değil, ayetlerdeki her cümle de ayrıca kendi içinde farklı bir durum ve paylaşımdan bahsetmekte. Her cümle ayrı bir mirasçılar listesi ve alacakları oranları vermekte.

Cümlede kimlerden bahsediliyorsa, sadece onlar mirasçı demektir.Yani ya sırf onlar varlar hayatta, ya da başkaları da olsa da yine de sırf onlar miras almaya hak kazanıyor durumdalar.

Bundan dolayı da, aslında mezheplerin uyguladığı gibi birbirlerine karşı oran , ortak formül, avliye falan yok. Mesela Nisa 11'de " İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. " ifadesi tek başına ayrı bir formül (sadece kız çocukları varis ise ve ikiden fazla kız iseler bu oran geçerli, yoksa diğer şık ve şartlarda sözkonusu değil).

Ve böylece taşlar yerine oturuyor. Her durumda miras yetiyor. Sadece bazı durumlarda artan miras sözkonusu, ama yine ayetler ışığında bu artan miktarın kimlere verileceği de bulunur. (Mesela Nisa 8. ayet...)

Şimdi bu bahsettiğimiz miras paylaşımını anlatan Nisa 11, 12 ve 176. ayetleri yazıp sonra da bir tanesi üzerinden çözümleme örneği sunalım:

Nisa

11. Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır. Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir. Babalarınız var, oğullarınız var. Siz bunlardan hangisinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Allah'tan bir buyruğu önemseyin. Hiç kuşkusuz Allah herşeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.

12. Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden herbirine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Alîm'dir, Halîm'dir.

176. Fetva istiyorlar senden. De ki: "Allah size, ana-babasız ve çocuksuz kişi hakkında şöyle fetva veriyor: 'Çocuğu olmayan, bir kız kardeşi bulunan kişi öldüğünde, onun terekesinin yarısı kız kardeşindir. Böyle bir kişi, çocuğu olmayan kız kardeşi öldüğünde, onun terekesinin tamamına mirasçı olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar, kadın-erkek, birçok kardeşlerse bu durumda erkek kardeşe, iki kız kardeşin payı kadar verilir.' Allah size açık-seçik bildiriyor ki sapmayasınız. Allah, her şeyi gereğince bilmektedir.

***

Örnek olarak mesela 11. ayetin verdiği bilgileri açalım.

Bu ayetlerin her birinin, hatta onu da bırakın içlerindeki her cümlelerinin de ayrı ayrı durumlar içinde ayrı formüller sunduğunu söylemiştim. Çözümlemesini sunalım:

Nisa

11. "Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar."

Yani eğer mirasçılar sadece çocuklardan oluşuyorsa ve hem dişi hem de erkek çocuklar varsa , erkek çocuklar 2 birim alırken dişi olanlar ise 1 birim alacaklar.

Kısaca bir örnekle 300 L. miras varsa ve bir erkekle bir kadın çocukları sözkonusu ise, erkek 200 L. alırken kadın 100 L. alacak.

“İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır.”

Yani eğer mirasçı olarak sadece kız çocukları varsa, ve sayıları da ikiden fazla ise mirasın üçte ikisi onlarınmış. Burada dikkatinizi tekrar çekmek isterim ki; burada istenen, kızların üçte iki alması sadece ve de sadece bu durumda geçerlidir. Yoksa diğer şart ve durumlarda böyle bir pay sözkonusu değil.
(Bu arada 176. ayetteki ifadeyi de gözönünde bulundurunca, eğer varisler 2 kız çocuksa da yine üçte ikiye ortaktır bu 2 kişi).


Yine 300 L. örneğinden devam edecek olursak, sadece kız çocukları var ve sayıları ikiden fazla ise 200 lirasını aralarında paylaşırlar.

“Eğer çocuk sadece bir kadınsa, mirasın yarısı onundur.”

Ayetin içindeki bu devam cümlesinde belirtildiği üzere eğer ölen geriye sadece tek bir kız çocuğu bıraktıysa (ya da başkaları olsa da mirasçı durumunda olan sadece o ise ), mirasın yarısını alabiliyormuş.

Yine 300 Lira üzerinden gidersek 150 Lirası bu tek kız çocuğunun demektir.

“Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığından ana-babanın her biri için altıda bir hisse olacaktır.”

Bu ifadeden anlıyoruz ki bu sefer mirasçının çocuklarının yanında anne ve babasını da geride bırakmış ve bu yüzden onlara da pay var ( her biri için altıda bir...).

300 Liranın 50 Lirası annenin, 50 Lirası babanın, geriye kalan ise çocuklarındır.

“Ölenin çocuğu yoksa ve kendisine ana-babası mirasçı olmuşsa bu durumda anasına üçte bir düşer.”

Nisa 11 ayeti içinde geçen bu cümlede ise “sadece anne ve babanın mirasçı olduğu” durumdan bahsediliyor. Yani bu sefer çocuklar falan yok, sadece vefat edenin anne ve babası mirasçıdır(eğer geride kardeşler falan kaldıysa bile onlar mirasçı durumunda değiller).

Bu durumda anne üçte bir alıyormuş. Babadan cümle içinde bahsedildiği halde pay oranı verilmediğine göre geriye kalan yani üçte iki de babanın demektir.

Bu vaziyette anne 300 Liranın 100 Lirasını alırken baba ise 200 Lira alır.

Eğer kardeşleri varsa, anasının payı, yapacağı vasiyetten ve borcundan arta kalanın altıda biridir.”

Vefat edenin annesi var ama babası yoksa, ayrıca da kardeşleri varsa annenin payı altıda bire iniyor. Geriye kalanı kardeşler paylaşıyor. Ama tekrarlayalım, eğer baba da olsaydı , sadece anne ve baba terekeyi alacak, kardeşlere pay düşmeyecekti...(Ve ayetlerden anlaşıldığı üzere, eğer ölenin çocuğu varsa yine kardeşler pay alamaz).

Aynı şekilde 12 ve 176. ayetlerde de cümle cümle ayrı özel durum ve formüllerden bahsedilmekte . Mesela 12. ayette ölen geriye eş bıraktıysa , 176. ayet ise geride sadece kardeş/kardeşler bıraktıysa taksimin nasıl olacağını anlatmakta ve dediğim gibi yine bu ayetlerin içindeki her cümle kendi başına birer mirasçı listesi ve de formül içermekte.

Dilerseniz Nisa 176. ayeti de bu bağlamda kısaca inceleyelim:

176 Fetva istiyorlar senden. De ki: "Allah size, ana-babasız ve çocuksuz kişi hakkında şöyle fetva veriyor: 'Çocuğu olmayan, bir kız kardeşi bulunan kişi öldüğünde, onun terekesinin yarısı kız kardeşindir. Böyle bir kişi, çocuğu olmayan kız kardeşi öldüğünde, onun terekesinin tamamına mirasçı olur. Eğer ölenin iki kız kardeşi varsa terekenin üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar, kadın-erkek, birçok kardeşlerse bu durumda erkek kardeşe, iki kız kardeşin payı kadar verilir.' Allah size açık-seçik bildiriyor ki sapmayasınız. Allah, her şeyi gereğince bilmektedir.

Burada da "sadece kardeşler mirasçı ise" oranların ne olduğu anlatılıyor ve tabii ki yine her cümle ayrı bir liste ve ayrı bir formül sunuyor :

Eğer mirasçı sadece 1 kızkardeş ise mirasın yarısını,
Eğer mirasçı 1 erkek kardeş ise mirasın hepsini alıyor,
Eğer 2 kızkardeş mirasçı ise üçte ikisini almakta,
Eğer yine sadece kardeşler mirasçı ise ve bunlar kadınlı erkekli yani her iki cinsiyetten ise terekenin tamamını bire(kadın) iki (erkek) şeklinde paylaşırlar.

Bu arada geride kalan sadece birçok erkek kardeş varsa bu kardeşlerin mirasın tamamını alacağını, veya sırf ikiden fazla kız kardeş varsa (11. ayetten de işaret alarak) bu kızkardeşlerin mirasın üçte ikisini alacağını (kendi aralarında eşit bölüşerek) da dolaylı olarak anlamaktayız bu ayetlerden.

Zaten Nisa 11 ve 176. ayetleri alt alta okursanız, 11. ayette sırf çocuklar mirasçı olduğunda erkek ve kız çocuklara verilen oranlarla, 176. ayette sırf kardeşler mirasçı olduğunda erkek ve kız kardeşlere verilen oranların birebir aynı olduğunu göreceksiniz.

(Yeri gelmişken belirtelim; Nisa 12. ayetin bir cümlesinde bahsedilen kardeşlerle birlikte ölenin eşi de mirasçıdır. Ama bu 176. ayette ise “sadece kardeşler” mirasçıdır.)

Özetle: 11. ayette eş yok, 12. ayette eş varken, 176. ayette ise yalnızca kardeşler varken taksimin nasıl yapılacağı anlatılmakta…

***

Ve bilindiği üzere, ayetlere göre esas olan vasiyettir ve bu oranlar vasiyet yerine getirildikten ve eğer varsa borçlar ödendikten sonra geriye kalan malın paylaşımı içindir.

Görüldüğü üzere mirasın yetmemesi , avliye gibi sorunların hiçbiri yok gerçekte. Ayetler kusursuz bir şekilde miras paylaşımını anlatıyor. Buradaki önemli nokta, her cümlenin ayrı bir mirasçılar listesine göre ayrı bir formül verdiğini görebilmektir. Yani ayetlerin içindeki her bir cümle, özgün bir mirasçı listesi vermekte ve bu durumda mirasçıların ne alacağını anlatmakta.

Miras paylaşımıyla ilgili problemler çözülürken, kalan mirasçıların kim olduğuna bakılır ve bu tablonun mirasla ilgili ayetlerin hangi cümlesine denk geldiği belirlenerek miras taksimi yapılır.

Bir örnek olarak şu meşhur 3 kız mirasçı içeren soruyu çözelim.

“Bir adam ölür ve geride bir anne, bir baba, üç kız evlat ve bir de eş bırakır. Miras nasıl paylaşılacak?”.

Burada hem eş hem de çocuklar miraçı olduğuna göre Nisa 12. ayetin dördüncü cümlesi ilgili taksimi anlatmaktadır (zaten bu ayetin her cümlesi, geride kalan eş varsa yapılması gerekenleri anlatmaktadır) :

“Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir.”

Adam geride eşini bırakıyorsa ve de çocukları da varsa sadece bu kişiler mirasçı olabiliyor bu cümleye göre. Eşi terekenin sekizde birini alır ve geriye kalan sekizde yedi de çocukların olur. Vefat edenin anne, babası veya kardeşleri varsa bile bu durumda pay alamaz.


***

Dediğim gibi her cümle ayrı bir mirasçı listesi ve formül veriyor, ve her zaman miras yetiyor görüldüğü üzere.

Sadece bazı durumlarda artan miras sözkonusu, yine yazımın başlarında belirttiğim üzere bu artan mirasın kimlere verilebileceğini gösteren işaretler içeren ayetler var... Örneğin:

Nisa 8: Mirasın paylaştırılmasında hısım-akraba, yetimler, yoksul ve çaresizler de hazır bulunurlarsa, ondan onları da rızıklandırın ve onlara güzel ve hoş bir söz de söyleyin.


Selam ve sevgiler