15 Temmuz 2011 Cuma

Ruhçuluk ve Uzantısı Tasavvufun İçyüzü

Bir arkadaşımla birlikte hazırladığımız videolar;

Kuran ışığında ruhçuluğun değerlendirilmesi:

 http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc


Yine Kuran ışığında tasavvufun durumu:

http://www.youtube.com/watch?v=CgaphLgwtMo



Selam ve sevgiler

12 Temmuz 2011 Salı

Armagedon

Ruhçu Öğretinin her yoldan insanları etkisi altına aldığını söylemiştik. İncil ve daha eski kutsal kitapları değiştiren, evrimi, reenkarnasyonu ve komünizmi binlerce yıldır insanlara aşılayan bu şeytani oluşum 2. Dünya Savaşı'nı da çıkartmıştı.

Sadece Kuran korunduğundan, bu ruhçuluğun tuzağından insanları kurtarabilecek yegâne kaynak olduğunu da biliyoruz.

Maddi nimetleri ve dünyayı kötü gösteren, insanları sefilliğe ve ızdıraba yönlendiren spiritüalizm yine bilindiği üzere 3. Dünya Savaşı'nı çıkartmak için geceli gündüzlü çalışıyor.

Tasavvuf, kabala, New Age akımı, masonluk, ezoterik tüm örgüt ve oluşumlar Kudüs merkezli tek bir dil, tek para biriminin geçerli olduğu tek bir dünya devleti kurmaya hizmet ediyorlar. Yahudileri dünyanın efendisi haline getirmek amacındalar.

Daha doğrusu işin içindeki, hatta tepedeki Yahudiler hedefin bu olduğunu sanıyorlar. Gerçekte ise Yahudilerin bile kıyıma uğrayacağı bir nükleer savaşı hedefliyor şeytanlar.

Değiştirilmiş Tevrat ile kendilerine vaat edilmiş toprakları gerekirse katliamlar yoluyla ele geçirme yetkisinin verildiğine inanan Yahudiler bu uğurda İsrail'i kurdular. Ülkemizin bir kısım topraklarını da içeren haritaya kavuşuncaya kadar hiç durmadan her şeyi yapacaklar.

Spiritualist-ezoterik örgütler de var güçleriyle onlara hizmet ediyor görünüyorlar. Hatta dediğimiz gibi Kudüs merkezli, Yahudilerin elinde tek bir dünya devleti kurmayı hedefliyorlar. Komünizm bile bu amaca hizmet ediyor, anahtarları savaşsız teslim almak için. Ulus devletleri, dinleri ve bireyselliği ortadan kaldırıp, tek bir potada eriterek kolayca emellerine ulaşacaklar.

Diğer yandan evrim ve ruhlar âlemi inançlarını insanlara aşılayarak, hem insanların kendilerine zulmetmelerini sağlıyorlar, hem de gizlice nazizmi-ırkçılığı yeşertip benimsetiyorlar. Tabii bu arada insanların iç dünyasındaki tüm dengeleri alt üst edip istedikleri kıvama getiriyorlar.

Bir de işin Hıristiyan-Evanjelist boyutu var. Bush gibi milyonlarca Evanjelist de Yahudilerin kendilerine vaat edilen toprakları ele geçirmesini istiyorlar. Çünkü Evanjelistlere göre İncil ve Tevrat'taki kehanetler şunu söylüyor:

1-Bu yüzyılda Yahudiler kendilerine vaat edilen topraklara kavuşacaklar.
2-Bu noktadan sonra Yahudiler ile düşmanları arasında büyük bir savaş çıkacak.
3-Yahudiler yenilgiye uğrayacaklar ve bunun üzerine İsa yeryüzüne gelecek.

Yani ABD'nin İsrail'i güçlendirip diğer ülkelere saldırtmasının, İsraillilerin hedeflediklere topraklara sınırlarını genişletmesine yardımcı olmalarının temelinde kıyameti getirmek arzusu yatıyor.

Kısacası Evanjelist Hıristiyanlar aslında Yahudilerin uzun vadede mahvolmalarını istiyorlar ki bekledikleri Mesih gelebilsin. Ve bu Mesih�in kendilerini yani Evanjelistleri gökyüzüne alarak kurtuluşa ulaştıracağını zannediyorlar.

Tüm bunların gerçekleşebilmesi için de öncelikle İsrail'in kurulması gerekiyordu, kuruldu. Şimdi sınırlarının vaat edilmiş toprakları kapayacak şekilde genişletilmesi gerekiyor. Ki kıyamet savaşı aşamasına geçilebilsin.

Tüm Avrupa ülkeleri bile avuçlarının içlerinde, tek düşmeyen kale ülkemiz. Bu yüzden bir yandan doğrudan ABD ve İsrail'in dış politikaları ile yıpratılırken, bir yandan da CİA ve Mossad, ülkemizdeki ezoterik örgütlerle birlikte faaliyetleriyle bizi içten istediklere şekle-kıvama getirmeye çalışıyor. Büyük İsrail'in kurulabilmesi için, en büyük engel olarak gördükleri Türkiye'yi parçalamaya çalışıyorlar.

Büyük Ortadoğu Projesi ve Irak'ın işgali de aslında Evanjelistlerin ve Yahudilerin bu hedefine hizmet ediyor.

Ülkemizdeki Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri de bu yöndedir.

Kürtleri ve Ermenileri bile ülkemizi zayıflatmak için maşa olarak kullanıyorlar.

İnsanımızı Kuran'dan islam'dan uzaklaştırmak için de her türlü stratejiyi kullanıyorlar. Ateizm, New Age öğretiler-spiritualizm, Kabala ve hatta tasavvufu yaygınlaştırarak, Kuran'daki gerçek İslam'a insanımızın erişmesini engelliyorlar.

Kısacası müttefik bildiğimiz ABD ve İsrail, hakkımızda en ürkütücü planları hazırlayanlar durumundalar. Sadece ülkemiz adına değil, aynı zamanda tüm Ortadoğu ve hatta tüm Dünya adına uyanışa geçme ve bu çılgın amaçları engelleme vakti.

Yoksa çok karanlık günler tüm insanlığı bekliyor. Özellikle 2012 yılı faaliyetlerinin hız kazanacağı dönem olabilir.

Düşman çok sinsi ve her türlü silahı kullanıyor. Sinema ve televizyonları bile...

Türkler olarak çok uyanık ve güçlü olmak zorundayız. Vücuda getirilmeye çalışılan Armagedon'u engelleyebilecek olan kilit ülke biz gözüküyoruz. Bu yüzden tüm planlar bizim üzerimize yapılıyor, sinsi çalışmalarla gücümüz kırılmaya çalışılıyor.

***
Bu güçler komünizmin gizli propagandasını çeşitli yollardan yapıp duruyorlar.

Örneğin Lemmings adlı ünlü bilgisayar oyunu(ki yıllar önce bu oyunun verdiği gizli mesajı ben açıklamıştım yerli ve yabancı forumlarda) bireyin bütün için kolayca harcanabileceği düşüncesini verdi.

Şirinler adlı ünlü çizgi film yıllarca bu felsefeyi aşılamaya çalıştı çocukların zihinlerine.

Ve ABD kaynaklı birçok bilimkurgu film ve dizisinde yine gizlice komünizm propagandası yapıldı.

Şöyle bir hatırlayın Uzay Yolu gibi dizileri, neler oluyordu?

1-Para kullanılmıyordu. Özel şirketler falan yoktu, herkes federasyonun çalışanıydı. Kimsenin özel uzay gemileri de yoktu. Hepsi ortaklaşa kullanılıyordu.

2-Hiç kimse ilahi bir dine inanmıyordu. Ama yoga ve meditasyon yapan insanlar görülüyor, ruhçu öğretinin hakimiyetini sezinliyorduk o kurgusal dünyada.


3-Tüm gezegenler tek bir federasyona bağlıydı. Ulus devletler diye bir şey de yoktu bu dizilerde.

4-İlk bakışta evrensel kardeşliği savunuyor gibiydi ama derinine inilince tam bir ırkçı felsefeye sahip olduğu görülüyordu bu dizilerin. Örneğin Asyalı veya zenci görünümlü insanlar hiçbir zaman gemilerde kaptan olmuyordu. Dizinin kahramanlarının savaştığı kimseler hayvanımsı görünümlü başka ırklardan oluşuyordu. Anglo sakson tipliler her zaman en üst yönetimdeler ve iyiler?

Ve bu beyin yıkamayla, ezoterik örgütlerin "tek bir dünya devleti" hedefleri insanlara benimsetilmeye başlanıyor.

Ayrıca M.S. 2150 gibi romanlarla yine bu çalışmalarını pekiştiriyorlar ruhçular.

Hem de ABD kaynaklı bu propaganda, dikkatinizi çekerim.

Hedeflerine ulaşmak için sabırlı ve sistemli bir şekilde çalışıyorlar.

***
Yahudiler ve Evanjelistler boş durmuyor , film ve dizilerde bizleri kötülemek amaçlı senaryolar kaleme alıp insanların bilinçaltlarını yıkıyorlar.

Ramazan kağan Kurt'un belirttiği üzere aynı şeyi yıllar önce Araplara yönelik yapmışlardı. Kötü Arap imajını seksenli yıllar ve doksanların başlarında batılıların zihinlerine sinema ve televizyonla yerleştirdiler.

Şimdi ise ne olduysa Amerikan film ve dizileri Arapları övmeye ama buna karşılık biz Türkleri kötülemeye başladı.

Gelecekte sıranın kimde olduğunu gösteriyor bu çabaları.

Ayrıca "rapturealert.com" sitesine bakarsanız şimdiden Türkleri Yecüc Mecüc olarak göstermeye çalıştıklarını görebilirsiniz(uydurma hadislerde de yine Yahudi-Hristiyan kaynaklı aynı iftiraları görüyoruz).

Niyet belli, bugün Araplara yaptıklarını, gelecekte bizlere yapmak istiyorlar ve bunun psikolojik temelini kuruyorlar.

***
Dünyada din ve ülkeleri yıkıp tek dünya imparatorluğu kurmak isteyenlerin maşası komünizmin aşılanma çalışmalarına dönecek olursak:

Bugüne kadar kimilerince ünlü oyun karakteri Mario komünizm ile ilişkilendirildi.


Kimilerince de Şirinler ...


Ünlü Lemmings oyununun gizli komunizm propogandası yaptığını yıllardır söylüyorum.

1-Tüm Lemmingler tek tipler ve birbirlerinden en ufak bir farkları yok.Toplu bir yaşam sürüp,oyunlardaki gezilerinde hep toplu halde hareket ediyorlar.

2-Lemmings ifadesi hep komünistlerle birlikte anılan bir ifade olmuştur tarihte.



3-Bu oyunda kollektivist başarı için bireylerin kolayca harcanabileceği öğretisi aşılanıyor.Dikkat edin güle oynaya bir iki Lemmingin , hemen her bölümde kendini feda ederek,yok ederek grubu kurtarması isteniyor.Yani bütünün yanında bireyin değersizliği ve kolayca harcanabileceği inancı ustaca aşılanıyor.Çaktırmadan "Önemli olan bütünün çıkarıdır,bireylerin çıkarı önemsizdir" mesajı sürekli bilinçlatına kazınmaya çalışılıyor.

4-Ve tabii ki durup duruken revolution(devrim) adı altında bir versiyonu çıkarmaları da niyetlerini sezinderen halka olmuştur.

***

Ruhçu öğretinin binlerce yıldır sosyalizmi insanlara aşılamaya çalıştığını belirtip duruyoruz. Bu uğurda İncil gibi eski kutsal kitaplara sızıp komünist felsefeyi aşılamaya çalıştılar.

Ve durum böyle olunca da, olağanüstü zenginliklere sahip Davut ve Süleyman peygamberler birer günahkar gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Konuyla bağlantılı evvelden şöyle demiştim bir forumda:

Şeytanın öğretisi olan ruhçu öğretiye göre dünya nimetleri ve madde kötüdür ve bir leştir. Bu yüzden dünya nimetleri ve zenginlik içerisinde yüzen kişiler bir şekilde "kirli" ve "günahkar" olarak gösterilmeye çalışılır. Değişmiş İncil'de de bu olmuş,çok zengin olan Davut ve Süleyman peygamberlere çeşitli iftiralar atılarak aslında zenginlik kötülenmek istenmiştir. Hatta bu peygamberler tam bir peygamber bile sayılmamış,birer günahkar kral gibi gösterilmeye çalışılmıştır.Yabancı filmlerde görmüşsündür belki , Davut ve Süleyman peygamberler sözde günahkar ve isyankar birer kral olarak gösteriliyor. Etraflarında ise yarı çıplak,ellerinde asaları olan fakir ruhbanlar dolaşıyorlar. Sözde asıl peygamberler bu sefil ruhbanlarmış gibi gösteriliyor, bu peygambercikler Tanrı'dan aldıkları ayetleri onları iletiyor gibi bir hava yaratılıyor. Çünkü ruhçu öğretiye göre erdemli ve iyi olmanın yolu sefillikten ve dünya nimetlerinden el etek çekmekten geçiyor. Böyle olunca da hristiyanlıkta, çok zengin ve nimetler içerisinde yaşayan Davut ve Süleyman peygamberlerin peygamberliği tam kabul edilemiyor. Bu yüzden onlara iftiralar atılıyor ve sanki gerçek elçiler onlar değişmiş de çevresindeki sefil ruhbanlar,kahinler gerçek peygamberlermiş gibi gösteriliyor.

Kuran ise bu iftiraları şiddetle yalanlar ve gerçekleri yazar.Davut ve Süleyman peygamberler hem çok zengin hem de çok erdemli insanlardır.Allah'ın en sevgili ve cennetlik kulları arasındadırlar.Hatta Kuran'da Süleyman peygamber,belki de en çok övülen ve cennettle müjdelenen peygamberdir.Çünkü Kuran'a göre bu peygamberlerin daha bu dünyada cennetimsi bir yaşama kavuşmaları,onların Allah'ın sevgili kulları olduklarını göstermektedir.Kuran'a göre iyiler bu dünyada da güzellikleri yaşamaya başlarlar.Ruhçu öğreti de ise bu durum tam tersinedir.

İncil'e komünist unsurların sokuşturulmasına Yahudi Essenlilerin aracı olmuş olması muhtemeldir.Essenliler mezhebinin kolektivist olduğu söylenmektedir. Marksist Yahudi yazar Max Beer de "Sosyalizmin ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi" adlı kitabında benzer şeyleri söylemiş.

İncil'de serveti kötüleyen ve sol felsefeyi şırınga eden ifadelere örnekler:

"Size diyorum: Ne yiyeceksiniz, yahut ne içeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin "

"İsa şakirtlerine dedi: Ne yiyeceksiniz diye hayatınız için, ne giyeceksiniz diye bedeniniz için kaygı çekmeyin. Çünkü hayat yiyecekten ve beden giyecekten daha üstündür. Kargalara bakın, onlar ne ekerler, ne de biçerler, ne kilerleri ve ne de ambarları var, Allah onları besler, sizler kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz?".

"Eğer kâmil olmak istersen git, neyin varsa sat ve fakirlere ver, göklerde hazinen olacaktır ve gel, benim ardımca yürü".

"Yine size derim: Devenin iğne deliğinden geçmesi zengin adamın Allah'ın melekûtüna girmesinden daha kolaydır".

Tabii Kuran helal yoldan elde edilmiş zenginliği ve zenginleri överek değiştirilmiş İncil(ler)in bu sinsi propogandasını suratlarına çarpar. Ayrıca yukarıdaki değiştirilmiş incil sözünün de gerçeğini yazarak yine deiştirilmiş kitapların ipliğini pazara çıkarır:

A'raf Suresi 40 Ayetlerimizi yalanlayan ve onlar karşısında büyüklük taslayanlar var ya, gök kapıları açılmayacaktır onlar için ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir onlar. Suçluları böyle cezalandırırız biz

Yani zenginler değil, büyüklük taslayanlar inkarcılar deve iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceklermiş.

Kuran değiştirilmiş eski kutsal kitapların ruhçu yalanlarını deşifre eder. Zenginliği ve nimetleri över. Ve gerçekleri sunar. Zaten bu sayede İslam'ın ilk dönemlerinde Müslümanlar birdenbire olağanüstü bir medeniyete ulaştılar.

Ama ne yazık ki daha sonra birçok Müslüman bile Kuran'ı değil, değiştirilmiş İncil'i hadis ve tasavvuf öğretileri aracılığıyla takip etmeye kalkmış ve bugün sefilliğin-ruhçuluğun pençesine düşmüştür.

***

Ve ABD kaynaklı birçok bilimkurgu film ve dizisinde yine gizlice komünizm propagandası yapıldı.



Ve bu beyin yıkamayla, ezoterik örgütlerin tek bir dünya devleti hedefleri insanlara benimsetilmeye başlanıyor.

Ayrıca M.S. 2150 gibi romanlarla yine bu çalışmalarını pekiştiriyorlar ruhçular.

Hem de ABD kaynaklı bu propaganda, dikkatinizi çekerim.

Hedeflerine ulaşmak için sabırlı ve sistemli bir şekilde çalışıyorlar.

***
Ruhçuluğun şeytani evrim, reenkarnasyon ve sosyalizm inançlarını insanlara binlerce yıldır aşılamaya çalıştıklarını söylemiştik. Bu uğurda kutsal kitapları bile değiştirmeye kalktı. Kuran hariç diğer dini kaynaklarda bu emeline az çok ulaştı.

Zaten Hinduizmden tasavvufa kadar birçok pagan öğretide aynı öğeleri görüp duruyoruz.

Ondokuzuncu yüzyıldan itibaren de bilim ve materyalizm maskesiyle aynı temcit pilavını sunmaya, bu inançların yıkıcı etkilerini ve sonuçlarını vücuda getirmeye çalışıyorlar.

Ve bu öğreti kendisine piyon olarak yahudileri de avucunun içine aldı.

Masonik İlluminati örgütü de komünizm yoluyla dinleri ve ülkeleri yıkarak tek dünya devleti kurma hedefindedir. Ülkeleri, özel mülkiyeti ve bireyselliği yok edip, sürü psikolojiisindeki insanları Yahudilerin emrine verecekler. Kudüs merkezli bir dünya devleti kuracaklar.

1829 yılında İlluminati NewYork'ta bütün din karşıtı unsurları birleştirerek uluslararası bir organizasyon kurma kararı aldı. buna da Komünist Enternasyonel denilecekti.

Clinton Roosevelt, Charles Dana ve Horace Greeley'den oluşan bir komite bu yeni oluşumu finanse etmekle görevlendirildi. Ayrıca yine bu komite, Karl Marks ve Engels'in das Kapital ve Komünist Manifesto adlı kitaplarını da finanse etti.

İlluminati'nin ünlü ve baş isimlerinden Albert Pike ruhsal rehberinden aldığı bir mesajı dönemin örgüt başkanına bir mektupta iletir.

Pike, komünizm, faşizm, siyasi siyonizm gibi ideolojileri kullanarak üç büyük savaşın çıkmasını planlamıştı 1859-1871 yıllarında.
Ve bu savaşların 20. yüzyılda çıkmasını arzuluyordu.

Üçüncü dünya savaşı da İsrail ile Müslüman ülkeler arasında çıkacaktır planlarına göre.

Tabii burada masonlar dünya hakimiyeti ve kendi öğretilerini tek din haline getirmek istiyorlar.

İşte evanjelistler de bugün bu durumu kullanarak 3. dünya savaşını çıkartmak ve akılları sıra İsa'yı yeryüzüne getirmeyi arzuluyorlar.

Yani iki düşman kutup, şimdilik elbirliği içerisinde gözükmek durumunda kalıyor. İleri vadede ise iki taraf da diğerinin ortadan kalkacağını düşünüyor.

***

Jüri Lina Under the Sign of the Scorpion adlı kitabında Karl marks'ın Frankizm'den çok etkilendiğini belirtiyordu. Frankistler de kıyametin kopup yeryüzünün cennete dönüşebilmesi için günahın ve kaosun arttırılması gerektiğini savunuyorlardı zaten.

Marks'ın masonluğa geçmesini sağlayan Haham Moses hess idi.

Hess, başlangıçta komünizmi bir hayal olarak gören Marks'ı ikna etti ve onu tamamıyla safına geçirdi. Kısacası perde arkasında Hohem Mess vardı ama görünürde Marks sosyalizmi kaleme alıyordu.

Hess sınıflar arası mücadeleyi kullanarak Yahudiliğin amacına ulaşacağına inanıyordu.

Kendileri dindar insanlar olmalarına rağmen, tanrısız bir sosyolist ideolojiyi insanlara sunarak kimliklerini ve gerçek niyetlerini gizlediler.

Yine marks'ın rehberlerinden olan Yahudi Levi Baruch, Talmud'daki "bütün dünya zenginlikleri Yahudilerin olacak" hedefinin sosyalizm maskesiyle gerçekleşeceğini düşünüyordu.

Dünyadaki devletleri ve krallıkları yıkmak, ırkları birbiri ile karıştırmak, dinleri ortadan kaldırmak , sonra da kolayca anahtarları alarak Siyanist Dünya Devletini kurmak rüyasıydı.

Fakat yine bunu maskelemek için komünistler yahudiliği de kötüleyen yazılar kaleme aldılar.


Ama Levi Baruch Marks'a yazdığı mektuplarda gerçek planlarından bahsediyordu(Sallaste, "Les Origines secretes du bolschevisme" Paris , 1930)

Marks Kabala ve Talmud öğretilerinden de çok şey almıştı. Bu yüzden Yahudilerin dışında kalan insanların başlarına gelecekler onu ilgilendirmiyordu.

Marks Komünist Manifestoyu yazmakla görevlendirildi. Ve kaleme aldıkları , aslında A. Weishaupt ve Clinton Roosevelt'in düşüncelerini geliştirilmiş haliydi.


İlluminati bu yolla "din halkların afyonudur" söylemini tüm dünyaya yaydı.

***

Moses Hess Yahudi olmayanlara milliyetçilikten kurtulmaları gerektiğini aşılarken, onlara dünya dünya vatandaşları olduklarını söylüyorlardı.

Ama iş Yahudilere gelince, tam tersine, koyu birer milliyetçi olmalarını emrediyordu.(Moses Hess, Ausgewaehlte Schriften, Melzer Verlag, Köln 1962)

Bu komünist(ve de siyonist) haham Mess, "Roma ve Kudüs, Son Milletler Meselesi" adlı kitabında (1862) Yahudilerin bir devlete sahip olması gerektiğini savunmuştu.

Hess, düşüncelerini Tevrat, Talmud ve Kabala'dan alıyordu yine elbet. Kitaplarında Yahudilerin üstün ırk olduğunu açıkça vurgulamakla birlikte, dünya yönetimi hakkının kendilerinde olduğunu da açıkça söylüyordu. Örneğin "Roma ve Kudüs, Son Milletler Meselesi" (1862)...

Ve yine bu kitapta İbranice duaları da görülüyor.

Theodor Herzl de bir yahudi devleti kurmanın hayali içerisindeydi.

Değiştirilmiş Tevrat kehanetlerine göre Filistin'de kurulacak İsrail Yahve'nin Krallığı olacak ve tüm dünyaya hakim olacaktır.

Siyonistler Filistine yerleşmeyi planlıyordu ama önemli bir sorun vardı. Yahudilik dünyadaki hiçbir ülkede pek tarımla ve el sanatlarıyla uğraşmıyordu. O yıllarda bir koloni kurmak için bunlar şarttı. Ama bir istisna ülke vardı ve bu ülkede Yahudiler tarımla da oldukça uğraşmaktaydılar. Bu ülke Rusya yani Rus Çarlığı idi.

Bu yüzden dikkatler bu ülkeye yöneldi. Çeşitli entrikalarla çarlık yıkılmaya çalışıldı.

Bu arada Filistin'e göç etmek ve burayı ülke edinmek özlemi de devam ediyordu. Ama bir yandan da Afrika'da Uganda'nın da geçici olarak yurt edinebilineceği düşünüldü kimi siyonistlerce.Bu düşünce genel kabul görmedi ve Filistenden toprak satın alınmaya başlandı.

Rusya'da Siyon'un Dostları örgütü kurulmuştu.

Zengin siyonist bankerler Filistinden topraklar satın alırken, diğer yandan oradaki koloni için gerekli olan Yahudi çiftçileri Rusya'dan getirtme planı yapmaktaydılar.

Kaynakça

Turgut Gürsan

Ramazan Kağan Kurt

***

Bolşevik hareketi Yahudi çiftçileri Filistin'e göndermek ve Rusya'ya hakim olmak için yapıldı. ABD'deki ve Avrupa'daki yeraltı çetesi tarafından finanse edildi.

Ayrıca İlluminati'nin başındaki Rothschild ailesinin Rusya'yla geçmişten kalan bir hesabı vardı.

Troçki gibi Yahudi casuslara Rus isimleri verildi(Troçki'nin gerçek adı Bronstein). Bu casus gruplar Rusya'ya gönderildi ve İlluminati'nin tabakası tarafından ülkenin yönetimi ele geçirilmeye çalışıldı.Yine bu gruplar Rusya'nın her yerinde ayaklanmalar ve isyanlar çıkardılar.

Bu olaylara tanıklık etmiş Rus generalin ağzından da anlatılmaktadır:


Bolşevikler milyonlarca insanı katletti ve böylece illuminati'nin hayalini kurduğu; dinden, özel mülkiyetten ve milli şuurdan arandırılıp Yahudilerin hizmetine verilmiş bir dünyanın ilk ciddi uygulaması gerçekleşir.

Artık Filistine çiftçi yahudileri aktarma yolu da tamamen açılmıştır.

Yazar Aleksandr Soljenitsin de "Gulag Takım Adaları Cilt 2" adlı çalışmasında, Siyonist Yahudilerin, milyonlarca Hıristiyanın ve Yahudi olmayanın yok edildiği organize Sovyet konsantrasyon kampı sistemini yarattığını ve yönettiğini doğrulamaktadır.

Hatta kitabın 79. sayfasında dünya tarihindeki bu en büyük ölüm makinesinin yöneticilerinin isimlerini veriyor. Hepsi de Siyonist yahudilerdir.

Kaynakça

Ertuğrul Dikbaş


***

Yahudi Edward Mandell House ABD'de başkanın baş danışmanı ve 1913-1921 yılları arasında en güçlü bireylerden biri olarak görülürdü.

Kendisi bir Marksist olup amacı Birleşik Devletler'i sosyalist yapmaktı. "Philip Duru: Yönetici" adlı bir kitap yazdı 1912 yılında. Bu çalışmasında, Amerika'nın fethi için bir plan ortaya koyup nasıl partilerin kontrol edileceklerini ve bir sosyalist hükümetin kuruluşunda araçlar olarak nasıl kullanılacaklarını anlatmıştı. Ayrıca ABD parasını kontrol etme metotlarını da söylüyordu. Sonraki gelişmeler kitapta belirtildiği yönde olmaktadır.

1921 yılında Jacob Schiff'in emriyle Yahudi Bernard Baruch ve Edward Mandell House tarafından Council on Foreign Relations-CFR(dış ilişkiler konseyi) kuruldu. Schiff bu örgütün Rothschild komplosunun(İlluminati) sürmesi için gerekli olduğunu düşünüyordu.

16 yıl CFR üyeliğini yapmış olan Chester Ward, Amerikan halkını örgütün niyetleri konusunda uyarmıştı:

"Bu seçkinci gruplar içindeki en güçlü kliğin bir tek ortak hedefi vardır- bunlar ABD'nin ulusal bağımsızlığının, egemenliğinin teslimiyetini istiyorlar. Ayrıca dünya banka tekelinin küresel hükümetin eline verilmesini hedefliyorlar".

Washington D.C'deki FBI merkezinin eski bir üyesi olan Dan Smoot da bu örgütün amacını şöyle anlatıyor:

"CFR'ın nihai hedefi bir tek dünya sosyalist sistemi yaratmak ve ABD'yi de onun resmi bir parçası haline getirmektir."

Kaynakça

Ertuğrul Dikbaş
KÜRESEL KÖYÜN EFENDİLERİ

***

Bu arada feminizmi de ustaca kullanıyorlar.

Amerikan filmlerinde açıkça erkek düşmanlığı yapılıyor.


Komedisinden macera fimlerine-dizilerine kadar bir çok yapımda, kadının erkeğe şiddet uygulamasını bilinçaltlara yerleştirmeye çalışıyorlar.

Her koldan gelerek, kaotik bir yapıya kavuşturmak için toplumu ellerinden geleni yapıyorlar.

Komünizmi ve New Age geleceği akıllara sadece bildik Star Trek(Uzay Yolu) gibi dizilerle yerleştirmekle kalmayıp, artık açıkça reenkarnasyonu gerçekmiş gibi gösteren ve ruhçuluğu Hıristiyanlığa ve diğer dinlere üstün tutan yapımları da sunuyorlar.

M.S. 2150 gibi romanlar da yine aynı komplonun uzantıları. Müzik-şarkı yoluyla da özellikle gençler etki altına alınmaya çalışılıyor ne yazık ki.

Kısacası sinemadan edebiyata, bilgisayar oyunlarından gazete köşelerine, tv programlarına kadar tüm beyin yıkama araçları kullanılıyor ABD'de ve dünyada.

Sosyalizm adı altında tüm dünyayı, bireyleriyle, malıyla mülküyle Yahudilerin eline vermek ve Kudüs merkezli Dünya Devletini kurmak için asırlardır sistemli bir şekilde çalışıyorlar.

***

İlluminati'nin yönetici sınıfı da kendilerinin tanrı olduğuna inanmakta. Yalnız bunlar ruhçuluğun solcu felsefesini insanları kendilerine köle etmek için aracı olarak kullanırken, kendilerini şeytanlardan aldıkları direktifler doğrultusunda bambaşka bir mevkide görüyorlar.

Evrimi ve komünizmi amaçları doğrultusunda bilim dünyasına sokuşturmak için gerekli gerekli çalışmaları yaptılar. Hegel'in diyalektiğini de temel yıkıcı felsefeleri olarak kullanıyorlar. Hegel'e göre tarih 3 basamaklı bir değişim süreceydi. Tez, antitez ve sentez...

İlluminati bunu toplumlarda korku ve ümitsizlik havası yaratarak kullanmaya çalışıyor. Krizler ortaya çıkartıyor, sonra bunun karşısına, başka bir deyişle krize neden olan şeyin karşısına zıttını sunuyor. Ve bu 2 zıttın sentezlenmesi ile geçici bir denge, istikrar sağlanıyor. Yani kaos yaratıldıktan sonra yeni bir düzen için gerekli ortam ortaya çıkarılmış oluyor. Böyle adım adım ilerleyerek totaliter ve Yahudilerin egemenliğinde bir dünya devleti kurma planlarını gerçekleştirmeyi arzuluyorlar. Bu arada dünya nüfusunu da azaltmayı hedefliyorlar.

Okült komplocuların çeşitli dernekler kurarak dünya toplumlarını avuçlarının içindeki bir ağda birleştirme çalışmaları da sürüyor.
Bu arada gerek bazı politikacılar, gerekse de New Age düşünürleri yeni bir dünyadan her zamankinden daha fazla söz ediyorlar. Tabii dinlerin, milletlerin ve sınırların ortadan kalktığı ve sosyalist düzene sahip bir gelecek tablosu çiziliyor her seferinde. Dünyayı ele geçirdiklerinde, Kudüs merkezli tek dünya ülkesinde efendiler bir avuç insan olurken, diğerleri onlara kulluk edecek.

Okült Dünya teorisyenlerinden Vera Stanley Alder şunları anlatıyor:

"Tüm yaratılışın ardında bir plan var. Evrimin şu anda ilerlediği hedef Dünya Birliği. Dünya planı şunları içeriyor: Dünya Örgütü...Dünya Ekonomisi...Dünya dini"(Vera Stanley Alder, When Humanity Comes of Age, 1974)

Hükümetleri, parayı ve dini kontrol altında tutarak sapkın hedeflerine ulaşacaklarını düşünüyorlar. Ve İlluminati'nin sözde seçilmiş üst düzey yöneticilerinin eline verilecek bir dünya...

Bu diktatör uygulamada özel mülkiyet, ülkeler ve dinler ortadan kaldırılacak. Bir zamanlar Hitler ve Mussolini'nin yaptığı faşist uygulamalar da pareleldir. Yine okültizm ve sosyalizm, süper insanlar (yarı tanrı-tekamül etmiş) yaratma gibi hastalıklı kavramlar karşımıza çıkmaktadır.

Ayrıca tek dünya ülkesi hayallerini kuranlar, insanlar tek bir vücut olduktan sonra dünyaya gelecek gizemli bir efendiden de bahsediyorlar.

Ruhçu dernek ve yayınlarda dünyayı bu yeni geleceğe hazırlayacak seçkin ve tanrısallaşmış insanlardan bahsedilir. Ayrıca artık ailenin gereksizliği vurgulanarak, yeni bir toplum inşa etmenin gerekli olduğu benimsetilmeye çalışılmaktadır.

Özel mülkiyetin, ailenin, ulusun ve dinin olmadığı bir dünyada da insanlar köle olarak ele geçirilecektir kolayca . Sonra da şeytanın egemenliği altında yaşamayı hayal etmektedir İlluminati yöneticileri. Tabii ona Işık Tanrısı gibi adlar takmışlardır.

Daha 14 Temmuz 1856'da İngiltere Başbakanı Disraeli şunları söylüyor:

"Bu Kamaradan nadiren bahsettiğimiz bir güç var.  Gizli cemiyetlerden bahsediyorum. İnkâr etmek yersiz, çünkü Avrupa'nın büyük bir kısmının bu gizli cemiyetlerin şebeke ağı ile örüldüğünü örtbas etmek imkânsız.  Peki amaçları ne? Hiçbir şeyi saklamaya çalışmıyorlar. Anayasal bir hükümet istemiyorlar.  Dinî kuruluşlara ve özel mülkiyete bir son vermek istiyorlar. Bazıları daha da ileri gidebilir."(Nesta Webster ,Secret Societies and Subversive Movements, s. 71)

Görüldüğü gibi ruhçuluğun dünyaya hakim olma planı çok eskilere dayanmakta.

Diğer koldan Evanjelistler de , Yahudilerin bile büyük oranda yok edileceği bir 3. Dünya Savaşı'nın çıkması için ellerini ovuşturuyorlar. Onların aklı sıra da böylelikle İsa yeryüzüne gelecek ve onları sonsuza dek mutluluğa kavuşturacak. İşte böyle bir ortamda, Davut Yıldızı olduğu iddia edilen içiçe geçmiş 2 üçgeni kendisine amblem edinen İsrail'in iyice güçlenip etrafına saldırması ve sınırlarını genişletmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Evanjelist Hıristiyanlara göre kıyamet bu sayede başlayacaktır.

Kısacası Yahudiler, Evanjelistler ve İlluminati farkında olmadan ruhçuluğun pençesinde, kendilerini ve dünyayı mahvetmenin eşiğindeler.

***

Tüm oyunlar üzerimize oynanmaya devam ediyor.

Özellikle önümüzdeki 10 yıllık süreçte ruhçuluğu ve diğer pagan inançları ülkemiz insanına benimsetmek için planlar yapıyorlar.Bir yandan Hıristiyan misyonerler, diğer yandan kabalacılar ve spiritualistler gece gündüz çalışıyorlar.

Özellikle reenkarnasyon inancını benimsetmek için çok yoğun kampanyalar göreceğiz.

Diğer yandan da Yahudiler yıllar önce Filistin'de gerçekleştirdikleri uygulamayı adım adım ülkemizde gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Ve daha evvel de söylediğimiz gibi, artık Amerikan filmlerindeki hedef de biziz. Şimdilerde Çinlileri, Arapları veya Rusları değil de Türkleri kötüleyen senaryolarla karşı karşıyayız.

Şöyle demiştim:

Yahudiler ve Evanjelistler boş durmuyor , film ve dizilerde bizleri kötülemek amaçlı senaryolar kaleme alıp insanların bilinçaltlarını yıkıyorlar.

Ramazan kağan Kurt'un belirttiği üzere aynı şeyi yıllar önce Araplara yönelik yapmışlardı. Kötü Arap imajını seksenli yıllar ve doksanların başlarında batılıların zihinlerine sinema ve televizyonla yerleştirdiler.

Şimdi ise ne olduysa Amerikan film ve dizileri Arapları övmeye ama buna karşılık biz Türkleri kötülemeye başladı.

Gelecekte sıranın kimde olduğunu gösteriyor bu çabaları.

Ayrıca "rapturealert.com" sitesine bakarsanız şimdiden Türkleri Yecüc Mecüc olarak göstermeye çalıştıklarını görebilirsiniz(uydurma hadislerde de yine Yahudi-Hristiyan kaynaklı aynı iftiraları görüyoruz).

Niyet belli, bugün Araplara yaptıklarını, gelecekte bizlere yapmak istiyorlar ve bunun psikolojik temelini kuruyorlar.


Her geçen gün sistemli ve daha da yoğunlaştırılmış bir çalışma şeklinde bunları görüyoruz.

***

Yahudi Edward Mandell House ABD'de başkanın baş danışmanı ve 1913-1921 yılları arasında en güçlü bireylerden biri olarak görülürdü.

Kendisi bir Marksist olup amacı Birleşik Devletler'i sosyalist yapmaktı. "Philip Duru: Yönetici" adlı bir kitap yazdı 1912 yılında. Bu çalışmasında, Amerika'nın fethi için bir plan ortaya koyup nasıl partilerin kontrol edileceklerini ve bir sosyalist hükümetin kuruluşunda araçlar olarak nasıl kullanılacaklarını anlatmıştı. Ayrıca ABD parasını kontrol etme metotlarını da söylüyordu. Sonraki gelişmeler kitapta belirtildiği yönde olmaktadır.

1921 yılında Jacob Schiff'in emriyle Yahudi Bernard Baruch ve Edward Mandell House tarafından Council on Foreign Relations-CFR(dış ilişkiler konseyi) kuruldu. Schiff bu örgütün Rothschild komplosunun(İlluminati) sürmesi için gerekli olduğunu düşünüyordu.

16 yıl CFR üyeliğini yapmış olan Chester Ward, Amerikan halkını örgütün niyetleri konusunda uyarmıştı:

"Bu seçkinci gruplar içindeki en güçlü kliğin bir tek ortak hedefi vardır- bunlar ABD'nin ulusal bağımsızlığının, egemenliğinin teslimiyetini istiyorlar. Ayrıca dünya banka tekelinin küresel hükümetin eline verilmesini hedefliyorlar".

Washington D.C'deki FBI merkezinin eski bir üyesi olan Dan Smoot da bu örgütün amacını şöyle anlatıyor:

"CFR'ın nihai hedefi bir tek dünya sosyalist sistemi yaratmak ve ABD'yi de onun resmi bir parçası haline getirmektir."

Kaynakça

Ertuğrul Dikbaş
KÜRESEL KÖYÜN EFENDİLERİ


Texe Marrs'ın da ilginç bir iddiası var:

"İnancımızı onların teolojisine bakarak desteklemeyeceğimiz halde, Müslüman alimlerin, uzun zaman önce, bir Deccal'ın geleceği hakkında uyarıda bulunması da oldukça ilginç. Bu şeytani lider ortaya çıktığında C.F.R harflerinden tanınabileceğini ileri sürüyor, ayrıca "tek gözlü" olacağına da işaret ediyorlar. Acaba bu, bir dolarlık banknotlar üzerine basılı İllu-minati'nin her şeyi gören gözü, Horus olabilir mi? Britannica Ansiklopedisi'nin 1904 yılı basımı ikinci sayısında, şu hayret verici paragrafa rastlıyoruz:

Deccal, Hz. Muhammed'in dininde sahte Isa olarak bilindiği için, İslam'a da yabancı değil. Tek gözü olacak ve alnında C.F.R harfleri yazacak, kafir (cafir) kelimesinin harfleri.

CFR, dış ilişkiler konseyi 1914 yılında Başkan Woodrow Wilson tarafından oluşturulduğunda, yardımcısı Albay House ile Avrupalı komplocu ortakları Britannica Ansiklopedisi'nin haklarını satın aldılar ve 1904 orijinal baskısının 126. sayfasından bu ifadeyi çıkarttılar. Bereket versin ki, bu söylediklerimin doğruluğunu ispatlayacak bir kopya bende mevcut."


TEXE MARRS
"İLLUMİNATİ"   Gerçi burada Hıristiyanlıktaki ve Hadis Öğretisindeki Deccal inancından bahsediyor Texe Marrs ama yine de dikkate değer bir iddia.

***
Bolşeviklerin Rusya'da iktidar olmasında Almanların da Amerikalılar gibi büyük katkısı olmuştur. Bu ihtilal sayesinde Almanya Rusya ile çıkarlarına ulaşabileceği bir antlaşma yapabilecekti.

Başlangıçta bolşevik değil menşevikler başa geçmişti. Ama onların başındaki Kerensky de komplunun içindeki bir masondu. Rus askerlerinin bir kısmı Kerensky'nin ihanetini anlamış ve müdahale etmek istemişti, ama Kerensky bolşeviklerin ve uluslararası masonluğun yardımıyla Kornilov'u yenilgiye uğrattı ve daha sonra bolşeviklere ülkeyi teslim etti. Başka bir deyişle rusya menşeviklerden bolşeviklerin eline geçmiş oldu.

Hatta daha sonra da Almanlar bir süre bolşevikleri kolladı.Bunun karşılığında da Lenin el koyduğu, Ruslara ait zenginliklerin bir kısmını Almanya'ya verdi gizlice.

Orak ve çekiç de masonluktan almadır. Eski Ahid'de çekiçden bahsedilir.

Ayrıca orak da yine Tevrat'ta geçmektedir:

Yeremya 16

16 "Ekin ekeni biçim vakti orakçıyla birlikte Babil'den atın. Zorbanın kılıcı yüzünden Herkes halkına dönsün, Ülkesine kaçsın."

Zaten komünist felsefe çok evvelden ruhçu bazı yahudi tarikatlar tarafından değiştirdikleri İncil'e bile sokuşturulmuştu.

Tabii bu şeytani ruhçu felsefe sonra bumerang gibi Almanya'ya geri dönmüş ve başına bela olmuştur.

Milyonlarca rusun hayatına mal olan bu illuminati (ve ona da hakim olan ruhçuluk) fesadı tüm dünyaya hızla yayılmaya çalıştı. Zaten bu gerçekleşseydi şimdi tüm dünya bir grup insanın elinde köleleştirilecekti.Tıpkı sosyalist ülkelerdeki insanlar gibi...

Daha sonra sağcı olarak adlandırılan Mussolini ve Hitler bile aslında bu ruhçuluğun komünist felsefesini kendi amaçları doğrultusunda uygulamışlardır. Yine evrim inancından, süpermenler-sözde üstün insanlar elde etme çalışmalarına kadar aynı öğeler söz konusudur.

Bugün hala özellikle ABD'deki bir takım güçler, yaptıkları film, dizi vs. ile komünist felsefeyi zihinlere yerleştirmeye çalışmaktadır.


Bu arada 2. Dünya Savaşı sırasında Rusya'da , İspanyol askerlerinden birinin Landovski'nin cesedinin üzerinde kalın bir defter bulduğu ve bunun İspanyolca çevirisinin "Sinfonia en Rojo Major" adıyla 1950 yılında yayınlandığı iddia edilmektedir. Bu defterde eski Sovyet ajanı Rakovkski'nin 1938'de Moskova'daki sorgulanması sırasında tutulan zabıtlar var olduğu söylenmektedir.

Bu defterde yazanlara göre komünizmin gerçek yüzünü bir İlluminati ajanı olan Rakovski itiraf etmektedir.Hatta yine bir mason ve İlluminati uşağı olan Marks'ın kaleme aldığı çalışmalarında kapitalizmle ilgili olarak kasıtlı yanlış çıkarımlarda bulunmasından bile bahsediliyor. Neleri gizlediği de...


Kaynakça

Turgut Gürsan
20. YÜZYIL DÜNYA TARİHİNİN PERDE ARKASI

***

Şimdi bu Rakovski'nin itiraflarına İngilizce olarak göz atabilirsiniz internette.Bir İlluminati ajanı olan Rakovski komünizmin panteist pagan öğretiden geldiğini ve hedeflerinin Yahudilerin egemenlğindeki bir dünya devleti kurmak olduğunu bir şekilde itiraf etmiş. Gerçi ifadelerinden ,kafasının biraz karışmış maşa olduğu da gözlemlenebilir:
    Yalnız, Rakovski'nin itiraflarının tercümesinde ve sunumunda bazı hatalar olduğu da belirtilmekle birlikte, ana hatlarıyla konuşmanın o şekilde olduğu söylenmektedir.

***

Şöyle demiştim:

Ve ABD kaynaklı birçok bilimkurgu film ve dizisinde yine gizlice komünizm propagandası yapıldı.

Şöyle bir hatırlayın Uzay Yolu gibi dizileri, neler oluyordu?

1-Para kullanılmıyordu. Özel şirketler falan yoktu, herkes federasyonun çalışanıydı. Kimsenin özel uzay gemileri de yoktu. Hepsi ortaklaşa kullanılıyordu.

2-Hiç kimse ilahi bir dine inanmıyordu. Ama yoga ve meditasyon yapan insanlar görülüyor, ruhçu öğretinin hakimiyetini sezinliyorduk o kurgusal dünyada.


3-Tüm gezegenler tek bir federasyona bağlıydı. Ulus devletler diye bir şey de yoktu bu dizilerde.

4-İlk bakışta evrensel kardeşliği savunuyor gibiydi ama derinine inilince tam bir ırkçı felsefeye sahip olduğu görülüyordu bu dizilerin. Örneğin Asyalı veya zenci görünümlü insanlar hiçbir zaman gemilerde kaptan olmuyordu. Dizinin kahramanlarının savaştığı kimseler hayvanımsı görünümlü başka ırklardan oluşuyordu. Anglo sakson tipliler her zaman en üst yönetimdeler ve iyiler?

Ve bu beyin yıkamayla, ezoterik örgütlerin tek bir dünya devleti hedefleri insanlara benimsetilmeye başlanıyor.

Ayrıca M.S. 2150 gibi romanlarla yine bu çalışmalarını pekiştiriyorlar ruhçular.

Hem de ABD kaynaklı bu propaganda, dikkatinizi çekerim.

Hedeflerine ulaşmak için sabırlı ve sistemli bir şekilde çalışıyorlar.

Mr. Spock ile tanıdığımız Vulcanlar Yahudileri temsil etmektedirler. Atılgan'ın mürettebatında Rusundan uzakdoğulusuna, zencisine kadar birçok milletten insan vardır. Ama bunların başında Anglo Sakson tipli bir kaptan bulunur. Burada diğer milletlerin efendisi durumunda bu ingiliz ırkı gösterilir. Ama görünürde bu böyledir. Biraz derine inince, asıl zeki olanın ve dolayısıyla gizli kaptanın Spock olduğu fark edilecektir.   Yani verilen mesaj açık. Anglosaksonların önderliğinde gibi gözüken ama aslında Yahudilerin egemenliğinde bir dünya imparatorluğu kurulacak.Tıpkı günümüzde ABD ve İngiltere yönetiminde gibi gözüken ama aslında Yahudilerin yönetiminde olan dünya gibi... Dinlerin ortadan kaldırıldığı tek bir dünya devletini komünizm maskesiyle hayata geçirmeye çalışıyorlar. Tabii daha sonra kendi öğretilerini hakim kılacaklar. Yine dizide Vulcanlılar insanlardan ayrı ve aslında üstün bir ırk gibi gösterilir. Beyinleri bir bilgisayardan farksızdır hesaplama vb. konularda.   Kötü ırklar olarak da doğuluları sembolize eden tipler sunulur.   Spock'ın, daha doğrusu Vulcanlıların meşhur selamının nerden geldiğine bakmak istiyorsanız:   http://www.upstel.net/rooster/v-salute.html      Ayrıca Spock'ı canlandıran ve dizinin yönetmenliğini de yapan Leonard Nimoy Yahudidir.

---

Şimdi de bu  sembolizmde şu ayrıntılara çok dikkat.

İlluminati Amerikan dolarının üzerine bile piramidin üzerindeki "tek göz"  yani " herşeyi gören göz" sembolünü koydu. Çünkü bu İblis'i temsil ediyordu.

Uzay Yolu dizisinde  sivri kulaklı Vulcanlılar aynı zamanda cinleri de temsil etmektedirler.

Aynı durum şu sıralarda vizyonda olan Avatar filminde de söz konusu.
Avatar filmindeki sivri kulaklı insanımsı ırk da aynı zamanda cinleri sembolize etmektedir.

İblis'in sembolü olarak tek gözü bunlar  filmlerin özellikle afişlerinde kullanıyorlar.

Uzay Yolu filmlerinin afişlerinde Vulcanlı Spock genelde tek gözlü olarak gösterilir:













Aynı şekilde sinsice komünizm, panteizm, çok tanrıcılık, evrim  yani kısacası paganizm propogandası yapan Avatar filmindeki sivri kulaklı insanımsı varlıklar da cinleri temsil etmektedir.

Ve İlluminati bu filmde de tek göz sembolünü kullanıp zihinlere yerleştiriyor maalesef.

Filmi dikkatli izlediyseniz başroldeki karakter Jake sık sık başını yan tutarak tek göz pozu veriyor. Ve yine filmin afişlerinde bu sivri kulaklı ırk tek göz sembolüyle sunulmuştur:







Star Trek yani Uzay yolu dizisindeki İlluminati sembollerinin deşifresine devam:



***
BAKARA

67 Mûsa, toplumuna dedi ki: "Allah size, bir inek boğazlamanızı emrediyor." Dediler ki: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?" Dedi ki: "Cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım."

68 Şöyle konuştular: "Çağır Rabbine bizim için, açıklasın bize neymiş o!" Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim ne yaşlıdır ne de körpe. İkisi arası bir inektir." Hadi size emredileni yapın!

69 Şöyle dediler: "Çağır Rabbine bizim için, neymiş onun rengi açıklasın bize." Cevap verdi: "O diyor ki, bahsettiğim, sarı, rengi parlak bir inektir; seyredenlere mutluluk verir."

70 Şöyle dediler: "Dua et Rabbine, açıklasın bize neymiş o! Çünkü bu inek, bizim gözümüzde başkalarıyla karıştı. Ve biz, Allah dilerse, doğruya ve güzele elbette kılavuzlanacağız."

71 Cevap verdi Mûsa: "Allah diyor ki, bahsettiğim, boyunduruk yememiş bir inektir; toprağı sürmez, ekini sulamaz. Salma hayvandır. Alaca yoktur onda." Dediler ki: "İşte şimdi gerçeği getirdin." Ve ardından onu boğazladılar, az kalsın yapmayacaklardı.


Musa'nın toplumunun bir inek boğazlanmasıyla imtihan edilme nedeni, onların bu hayvanlara(ve onların görünümündeki nesnelere) tapınma eğilimi olabilir:

TAHA

88. Sâmirî onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: "Bu, hem sizin hem de Mûsa'nın tanrısıdır. Ama Mûsa unuttu."

89. Görmüyorlar mı ki; o buzağı onlara bir sözü geri çeviremiyor; kendilerine bir zarar veremiyor, bir yarar sağlayamıyor.

90. Yemin olsun, Hârun daha önce onlara şunu söylemişti: "Ey kavmim, siz bununla imtihan edildiniz. Sizin Rabbiniz o Rahman'dır. Artık bana uyun, emrime itaat edin!"

91. Onlar şöyle demişlerdi: "Mûsa bize dönünceye kadar ona tapıcılar olmakta devam edeceğiz."

Yani bu hayvanı kutsallaştırmaktan vazgeçip tövbe etmelerinin içtenliğinin açığa çıkarılması için, böyle bir seçenek ile yüzleştirildiler.

Ama İsrailoğulları bu emri başlangıçta yerine getirmekte diretirken, daha sonra da tam tersine, başlıca ibadetlerinden biri haline getirmiş gibi görünüyorlar. Bir arınma ritüeli olarak kızıl inek kurban etmek artık onların inancında, dini yaşamlarında yer tutmakta.

TEVRAT (ÇÖLDE SAYIM):

1 RAB Musa'yla Harun'a şöyle dedi:

2 "RAB'bin buyurduğu yasanın kuralı şudur: İsrailliler'e size kusursuz, özürsüz, boyunduruk takmamış kızıl bir inek getirmelerini söyleyin.

3 İnek Kâhin Elazar'a verilsin; ordugahın dışına çıkarılıp onun önünde kesilecek.

4 Kâhin Elazar parmağıyla kanından alıp yedi kez Buluşma Çadırı'nın önüne doğru serpecek.

5 Sonra Elazar'ın gözü önünde inek, derisi, eti, kanı ve gübresiyle birlikte yakılacak.

6 Kâhin biraz sedir ağacı, mercanköşkotu ve kırmızı iplik alıp yanmakta olan ineğin üzerine atacak.

7 Sonra giysilerini yıkayacak, yıkanacak. Ancak o zaman ordugaha girebilir. Ama akşama dek kirli sayılacaktır.

8 İneği yakan kişi de giysilerini yıkayacak, yıkanacak. O da akşama dek kirli sayılacak.

9 "Temiz sayılan bir kişi ineğin külünü toplayıp ordugahın dışında temiz sayılan bir yere koyacak. İsrail topluluğu temizlenme suyu için bu külü saklayacak; bu, günahtan arınmak içindir.

10 İneğin külünü toplayan adam giysilerini yıkayacak, akşama dek kirli sayılacak. Bu kural hem İsrailliler, hem de aralarında yaşayan yabancılar için kalıcı olacaktır.

Değiştirilmiş Tevrat'a göre bu merasim, kirlenmiş kişi ve yerleri temizleme işlevine sahip.

İşte bu inanca sahip Yahudiler, bugün Mescidi Aksa'yı yıkıp Musevi Tapınağı'nı yeniden inşa etme planlarında da bu kızıl inek ritüeline yer ayırmış durumdalar.

Tapınağın inşa edilebilmesi için, tapınağın yükseldiği alana ayak basmadan Tapınak Tepesi'ne tırmanılamaz görüşünü benimsediklerinden, kızıl ineğe ihtiyaçları var. Çünkü bu tapınak alanı tam olarak bilinmediğinden, yapılacak tek işlem; kusursuz bir kızıl ineğin kurban edilip, yakılıp elde edilecek külleriyle karıştırılmış kutsal suyu Tapınak Tepesi'ne girerken çevreye serpiştirmek ve bu yolla (sözde) arınmayı sağlamaktır diye düşünüyorlar.

İşte o zaman bölgedeki camileri yıkarak kendi tapınaklarını yeniden kurabileceklerini zannediyorlar. Ve bu gelişme Yahudi inancındaki Mesih'i getirmeyi hedefliyor. Hıristiyanlar da Yahudilere bu konuda da yardım ediyor çünkü kendileri de İsa'nın gelişi için bu olayın gerekli olduğuna inanmış durumdalar.

Bu uğurda İsrailliler ve bazı ABD'li Hıristiyanlar el ele vererek kızıl inek üretme programını başlattılar. İlk denemeler ABD'deki çiftliklerde oldu ama doksanlı yılların başında bu konuda başarısız oldular. Bunun dışında İsrail Hayfa tarafında bir çiftlikte tesadüfü olarak bir kızıl inek bulundu(adı Melody idi). Ama daha sonra hayvanda kısmen renk değişimi meydana geldi ve yine sonuç hüsran oldu.

Fakat günümüzde  belki de gizlice bu hedeflerini gerçekleştirdiler ve Mescidi Aksa ile Kubbetüs Sahra'yı yıkabilmek için törene hazır hale getirmiş olabilirler.

Bugüne kadar bazı Yahudilerin camileri yıkıp kendi tapınaklarını kurmamalarına neden olarak, gelecek büyük tepki ve olası olaylardan çekinmeleri gösteriliyordu. Ama  onlar  bunu çoktan yapmaya kalkarlardı büyük ihtimalle. Asıl neden, kusursuz bir kızıl ineğe henüz kavuşmamış olmaları olabilir.

1995 İlluminati kart oyunu

Aşağıda yazdıklarım yabancı forumlardan aktarımlarımlardır:

Doksanlı yıllarda piyasaya sürülen İlluminati kart oyununda ikiz kulelere ve Pentagon'a  saldırıdan tutun da, salgın hastalıklar üretmeye kadar tüm planları resmedilmişti.


Resim: 42314.jpg



Resim: 42315.jpg


11 Mart 2011 tarihindeki Japonya depreminden sonra aslında bunun da kartlarda yıllar önce belirtildiği görülmekte:
The Wako Clock tower at Ginza in Tokyo









Kartın üstündeki saat kesinlikle Tokyo'daki saat ve akreple yelkovan 3 ve 11 rakamlarını gösteriyor. Yani yılın 3. ayı olan Mart ve ayın 11'i. Ve 11 aynı zamanda yıl olan 2011'e de işaret ediyor olmalı.

Bitmedi:




























Deprem sonrası tsunaminin nükleer felakete yol açacağı da dolaylı bir şekilde belirtiliyor.

http://www.abovetopsecret.com/forum/thread675301/pg1


---------------------------------------------------------------------------------------

Peki gelecekle ilgili planları neler?

Kartlara bakarak bir fikir elde edilebilir:






Image









İnternetten kartları inceleyebilirsiniz.

Gelecekle ilgili olanlar arasında;

Dev bir meteorun dünyaya çarpması, sahte uzaylı istilası, komünizmi kullanarak ülkeleri ele geçirmek, teknolojiyi kullanarak sahte mesih projesini gerçekleştirmek vs. ilk göze çarpanlar...


Sapkın planlarının işlendiği 1995 basımı kartlardan birkaç tanesi daha şöyle:






















üçüncü Dünya Savaşı'nı çıkarma planları çok eski. Ve yine bu kartlarına da işlemişler...



Sahte uzaylı saldırılarıyla ilgili kartları:








Diğer kartlardan bir kaçı daha:






















Sahte uzaylı saldırısı ile tüm dünyayı  tek ülke haline getirme planlarını uygulamaya geçirme hazırlığındalar gibi gözüküyor.

Öncelikle uzaylılarla ilgili daha çok haber ve açıklamalar duyacaksınız. İnsanların bilinçaltları yakınımızda dünya dışı varlıkların olduğu ve saldırabilecekleri bilgileriyle yıkanacak.

Daha sonra kendi sözde uçan daireleri ile saldırılar düzenlemeyi hedefliyorlar.

Bu arada bu uzay gemilerindeki sahte uzaylıların şu bildik ruhçu uzaylı dinini tebliğ edeceğinden şüpheniz olmasın.

Ruhlar alemi, reenkarnasyon, evrim, komünizm, panteizm gibi pagan inançlarını bu yolla da  insanlara bir kat daha benimsetme amacındalar ne yazık ki.

İlluminatinin bilim ve teknolojisinin günümüzün 25 yıl ilerisinde olduğu, yaşlanmayı geciktirmek gibi birçok sırra ulaştıkları da iddialar arasında(bu iddiaları yapanların hepsi de bilimadamları)


------------------------------------------------------------------

İlluminati kartlarda 1995 yılında  gösterdiği ikiz kuleler saldırısını 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirmişti.

Bu Japonya depremini de 11 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirdi.

11 sayısı onlar için önemli.

Bir diğer dikkat çekici nokta da her 2 olay arasında 10 yıl olması. Yani bir düzeni takip ediyorlar gibi.

Bu yıl 2011 yılı olması dolayısıyla tarih hep 11'i vereceğinden, birçok olayı yine bu sene içerisinde gerçekleştirmek isteyeceklerdir ne yazık ki.

Özellikle de 11.11.11 tarihi hakkında korkunç planları olabilir.

Bir diğer ürkütücü olan ise tabii ki şu bildik 21 Aralık 2012 tarihiyle ilgili olan... Bu tarihte belki doğal olarak hiçbirşey olmayacak ama İlluminati mutlaka birşey planlıyordur. Bu yüzden dünyada filmlerden haberlere kadar birçok kanalı kullanarak insanları doğal bir felaket beklentisi içine sokuyorken, perde arkasından olayı bizzat onlar gerçekleştirme hazırlığında olabilirler.

Şimdi şu 2 olayın tarihlerine bir daha bakalım.

11 Eylül 2001

Yani

11.9.2001


Japonya depreminin tarihi ise

11 Mart 2011  Yani

11.3.2011

Şimdi bu tarihleri toplayalım:

11.9.01+11.3.11 = 22.12.12

Yani bu 2 felaketin tarihlerinin toplamı şu meşhur 21.12.2012 tarihinin sadece bir gün sonrasını veriyor.

Tesadüf mü değil mi bilemeyiz şu andan tabii. Zaten yılları toplarken 2001+2011 şeklinde  toplarsak bu sefer 4012'yi vermekte...


Bu arada 2012 kehaneti Mayalara dayanıyor bilindiği üzere. Ve onların sembolü de tıpkı Mısırlılar gibi piramitler.

İlluminati de sembol olarak piramiti kullanır.

Ve 11 demişken ilginçdir:

21.12.2012

2+1+1+2+2+0+1+2=11

Bir diğer ilginç nokta da: 11 Mart Japonya depremi Cuma günü idi ve 21.12.2012 de Cuma'ya denk gelmekte.


Eğer bu tarihi 21.12.12 şeklinde yazacak olursak:

21  12  12
 3    3    3

Hem 3 hem de 333 İlluminati için en önemli sayılardan.

------------------------------------------------------------------

Amerikan HAARP teknolojisi (High Frequency Active Auroral Research Program)Tesla'nın buluşları üzerine kuruludur.


Sanki ABD'de bilimsel araştırma amaçlı kurulmuş sivil bir proje gibi gösterilmesine karşın, İlluminatinin silahı olduğu konusunda hemen tüm araştırmacılar hemfikir.

Ve yine hemen herkesin hemfikir olduğu üzere:

Bu teknoloji ile depremler ve iklim değişiklikleri yaratılabilir.

 Uçaklar düşürülebilir

Bir ülkeye istenildiği kadar doğrudan enerji yollanarak o ülke yok edilebilir(Tesla ise tam tersine , dünyaya bedava enerji dağıtımını hedeflemişti bu buluşunu gerçekleştirirken).

Düşünce kontrolü yapılabilir, insanlar-toplumlar yönlendirilebilir.

Bu teknolojinin resmi sitesinden günlük verileri takip edebiliyorsunuz.


http://maestro.haarp.alaska.edu/cgi-bin/scmag/disp-scmag.cgi



Ve göreceksiniz ki  11 Mart Japonya depreminde veriler artmış ve sonrasında yine normale düşmüştür.

Aynı şekilde 17 Ağustos 1999 depreminde de benzer veriler var ama ilginçtir ki depremin tam tarihi olan 17 Ağustos günü ile ilgili olan sayfada veriler karartılmış, ulaşılamıyor yazıyor.

Yine Haiti depreminde de veriler paralel bir tablo sunuyor.

Depremden birkaç gün önce hareketlilik başlıyor, birgün öncesinde ve deprem günü zirveye çıkıyor, sonra da normale dönmeye başlıyor...

Japonya Depremini ele alalım.  6 Martta herşey normal seyrindeyken 7 Martta kıpırdınmalar başlıyor ve hergeçen gün şiddeti artıyor. 10 ve 11 Martta ise doruğa ulaşıyor.



---------------------------------------------

Kartlardan biri yeni hastalıklar türetmeyi ve de yaymayı, biri de fırtına, rüzgar hortumu gibi felaketleri oluşturmayı gösteriyordu.

Yine şu tesadüfe bakın ki bugünlerde bunlar sıradan olaylarmış gibi artarak dünyayı sarmaya başladı.

--------------------------------------------------












James Bond

Hiçbir kahramanın maceraları onun kadar çok sayıda beyazperdeye aktarılmadı. Hiçbir kahraman dünyanın dört bir yanında onun kadar çok etkiler bırakmadı. Ve yine hiçbir macera adamı elli yılı aşkın bir zamandır böylesine popülerliğini, karizmasını ayakta tutamadı.

İan Fleming’in 1953 yılında ilk macerasını Casino Royale ile dünyaya sunduğu karakteri James Bond, şu günlerde aynı adlı filmle dünyayla buluşuyor. Hem de o tarihtekinden daha büyük bir coşku ve heyecanla bu buluşma gerçekleşti. Resmi 21. , diğer resmi olmayanlarla birlikte 23. Bond filmiydi bu son eser. Son dönemlerdeki, geriye gidip başlangıcı anlatma modası bu fenomene de uygulanmış oldu böylelikle.

Çağının ilerisinde teknolojik oyuncaklar, güzel kadınlar, egzotik mekânlar, karizmatik ve tehlikeli düşmanlar, gizem ve aksiyonun at başı gittiği bir heyecan örgüsü insanları bugünlere kadar maceradan maceraya sürükledi. Hala da Bond dünyası kadar büyülü başka bir alternatif yaratılabilmiş değil. Ne edebiyatta ne de sinemada.

İan Fleming’in dehası bana göre İngiliz soğukkanlılığıyla kendi İskoç kökeninden gelen yaratıcılığı birleştirmesinde yatıyordu. Romanlarında hem kuzey insanlarına has mekanik işçiliği, hem de güney insanlarına has kıvrak zekâyı bulabilirsiniz. Hele ki filmlerinde Hollywood etkisi de işin içine girince daha da zenginleşmiştir bu karakterin dünyası.

Fleming’in yararlandığı, kendisine esin kaynağı olan çeşitli roman karakterleri ve onların dünyası vardı tabii ki. Bunların en başlıcaları Sherlock Holmes ve Mike Hammer’dır. İngiliz gizli servisinin ajanı 007 James Bond’u yaratırken Holmes’un dünyasındaki gizemciliği ve bulmaca çözümünü, Hammer’ın dünyasındaki aksiyon ve şiddeti almıştır. Ve buna kendi eklediği, casusluk dünyasına has teknolojik gelişmeleri ve dünyanın dört bir yanında geçen sıra dışı macera karakteristiğini de ekleyerek efsaneyi vücuda getirmiştir. James Bond’la birlikte macera dünyasında süper casus kavramı doğmuştur. O zamana kadar casusluk edebiyatı çok sıradan olayları konu alıyor ve olayların kahramanları da tekdüze serüvenler yaşıyorlardı. Ama Bond’la birlikte adeta bir süper kahraman havasında ajan anlayışı ortaya çıkmıştı. Hele ki Bond filmleriyle bu ekol doruğa ulaştı. Tıpkı Süpermen serüvenlerindeki gibi dünya çılgın kötü adamların elinden kurtarılıyor, akıl almaz dövüş ve aksiyon sahneleriyle insanlara etkileyici bir dünya sunuluyordu. İan Fleming’in büyük başarısının ardından hemen onun izinden giden yazarlar kendi Bond’larını yaratmışlardır. Bu ünlü hayali casuslardan ilk akla gelenler Dirk Pitt, Sam Durell, Matt Helm ve Napoleon Solo’dur. Yine bu karakterler kah dünyayı kurtarıyorlar, kah komünistlerle kıyasıya çarpışıyorlardı. Ve yine tıpkı Bond gibi birçoğunun öyküleri beyaz perdeye aktarıldı. Ama hiçbiri onun başarısına ulaşamadı. Daha doğrusu olağanüstü güçlere sahip süper kahramanlar da dahil olmak üzere hiçbir hayali karakter onun çizgisine ulaşamadı.

James Bond serüvenlerindeki en önemli özelliklerden biri de, İngiliz gizli servisi için geliştirilen teknolojilerden sorumlu Q’nun ona her macera başında verdiği özel teknoloji dehası araçlardı. Ve mutlaka macera da öyle bir ortam oluşurdu ki Bond kendisine verilen bu oyuncakları kullanmak zorunda kalırdı. İşte bu anlayış günümüz macera oyunlarının da vazgeçilmez karakteristiğine temel hazırlamıştır. Bir macera oyununda da karaktere sunulan bir obje muhakkak ileride hayati öneme sahip işlevi olmaktadır. Yine durağan macera anlayışı, esrar perdesini çözmek, bulmacaları tamamlayıp gerçeğe adım adım yaklaşmak ve bunları hareketli macera öğeleriyle-aksiyonla birleştirmek hem günümüz Adventure oyunlarının, hem macera edebiyatının hem de filmlerinin temel prensibi haline gelmiştir. Bir Indiana Jones veya Tomb Raider serisi bile Bond efsanesinin temelleri üzerinde yükselen oluşumlardır. Hiç bilinmeyen etkileyici ve heyecan verici yerlerde olayların akışının gerçekleşmesi, karizmatik kötü adamlar yine İan Fleming’in macera dünyasına sunduğu öğelerdir. İan Fleming’in kaleme aldığı Bond eserleri şunlardır:
• Casino Royale(1953)
• Live and Let Die (1954)
• Moonraker (1955)
• Diamonds Are Forever (1956)
• From Russia, With Love (1957)
• Doctor No (1958)
• Goldfinger (1959)
• For Your Eyes Only (1960)
• Thunderball (1961)
• The Spy Who Loved Me (1962)
• On Her Majesty’s Secret Service (1963)
• “007 in New York” (1964)
• You Only Live Twice (1964)
• The Man with the Golden Gun (1965)
• Octopussy and The Living Daylights (1966)

Bunlardan From Russia With Love adlı serüvenin önemli bir kısmı İstanbul’da geçiyordu. Aynı adla çevrilen Bond filmiyle, ülkemizin macera dünyası için önemli bir mekan olduğu anlaşılmış ve diğer pek çok macera romanı ve filmlerinde ülkemize, özellikle de İstanbul kentimize ilgi gösterilmeye başlanmıştı. Hemen her macera serisinin Türkiye’de geçen bir romanı mutlaka yazılmıştır diyebiliriz. Ve artık bazı Adventure oyunlarında da İstanbul öyküye ev sahipliği etmektedir. İan Fleming aslında edebi açıdan dantel gibi örülmüş bir inceliğe sahip anlatımı kullanmaktadır. Eğer Bond romanlarının ellili ve altmışlı yıllardaki Türkçe çevirilerine veya İngilizce orijinal hallerine bakarsanız bunu çok rahatça görebilirsiniz. Günümüzdeki Fleming eserlerinin tekrar çevirim ve sunum şekilleri ise aslında bu romanların özet halleridir genelde. Fleming’in güçlü kalemine tanık olabilmek için verdiğim şıkları gerçekleştirmelisiniz. James Bond filmleri dönemi ise 1962 tarihinde Doctor No ile başlamıştır. From Russia With Love ile ikinci Bond filmi insanlara sunulmuştur. Bu ilk 2 film de romanları gibi İngiliz ağırbaşlılığını yansıtmaktaydı. Ama üçüncü film olan Goldfinger ile artık işin içine Amerikan ruhu da karışmış, James Bond tam bir aksiyon ziyafeti sunan ekole dönüşmüştü aynı zamanda. Günümüzde de Bond karakteri İngiliz ve Amerikan rüyalarının uzlaşımı olarak kabul edilmektedir ki bu değişim filmleri aracılığıyla ortaya çıkmıştır. Hele ki Roger Moore’lu Bond filmlerinde Jaws adında bir karakter, kötü adam vardır ki, aslında Örümcek Adam veya Fantastik Dörtlüye bile kafa tutabilecek güçlere sahiptir. Ayrıca filmlerdeki Bond, Fleming’in romanlarındaki Bond’dan daha da çapkındır.

Bond filmleri sırasıyla şunlardır:
1. Dr. No
2. From Russia With Love
3. Goldfinger
4. Thunderball
5. You Only Live Twice
6. On Her Majesty's Secret Service
7. Diamonds Are Forever
8. Live and Let Die
9. The Man with the Golden Gun
10. The Spy Who Loved Me
11. Moonraker
12. For Your Eyes Only
13. Octopussy
14. A View to a Kill
15. The Living Daylights
16. Licence to Kill
17. GoldenEye
18. Tomorrow Never Dies
19. The World is Not Enough
20. Die Another Day
21. Casino Royale

Resmi olmayan filmler:
Casino Royale(komedi tarzında 1967 yapımı)
Never Say Never Again

Şu sıralar sinemalarda oynayan Casino Royale filmi, 007’nin macera dünyasına atılışını göstermekte ve tıpkı ilk romanlarındaki gibi daha ağır başlı bir yapıya sahiptir. Bond karakterini canlandıran aktörler: Sean Connery, George Lazenby, Roger moore, Timothy Dalton, Pierce Brosnan ve Daniel Craig’dir. Bir de Casino Royale’in komik ilk versiyonunda David Niven bu gizli ajanı canlandırmıştır.
Fleming’in vefatından sonra da yoğun talep üzerine başka yazarlar tarafından Bond maceraları kaleme alınmıştır. Bunlardan ilki Robert Markham tarafından yazılan Colonel Sun olmuştur. Okuduğum bu roman da gerçekten çok başarılıdır. Fleming’den farkı onun kadar ağır bir anlatıma sahip olmaması ve teknolojik oyuncaklara-silahlara yer vermemiş olmasıdır. Ama macera gerçekten akıcı ve Fleming’i pek aratmamaktadır.

Bu bir romanlık maceradan sonra bayrağı John Gardner devralmış ve seri halde romanlarını Bond hayranlarına sunmuştur. Gardner tıpkı Bond "filmlerindeki" süper aksiyon kahramanı 007’yi romana aktarmıştır. Fleming’in Bond’unun havasını vermese de, karakterin hareketli ve görkemli filmlerini sevenler için keyifli ve zengin çalışmalar olmuştur. Romanlar tam 007 filmleri havasındadır:

1981 Licence Renewed
1982 For Special Services
1983 Icebreaker
1984 Role of Honour
1986 Nobody Lives For Ever
1987 No Deals, Mr. Bond
1988 Scorpius
1989 Win, Lose or Die
1989 Licence to Kill (novelisation)
1990 Brokenclaw
1991 The Man from Barbarossa
1992 Death is Forever
1993 Never Send Flowers
1994 SeaFire
1995 GoldenEye (novelisation)
1996 COLD

Ve daha sonra Amerikalı yazar Raymond Benson, ünlü karakterin serüvenlerini yazmaya başlamıştır. Benson’un tarzı ise, Fleming ile Gardner’ın karışımıdır. Yani eski Bond romanlarıyla filmlerinin harmanlanmış bir havası vardır. Onun eserleri:

1997 "Blast From the Past" (short story)
1997 Zero Minus Ten
1997 Tomorrow Never Dies (novelisation)
1998 The Facts of Death
1999 "Midsummer Night's Doom" (short story)
1999 "Live at Five" (short story)
1999 The World Is Not Enough (novelisation)
1999 High Time to Kill
2000 Doubleshot
2001 Never Dream of Dying
2002 The Man with the Red Tattoo
2002 Die Another Day (novelisation)
Ayrıca “Genç James Bond” serileri, Bond çizgi romanları da değişik maceralar sunmuştur hayranlarına.

Macera dünyasında dönüm noktası olan Bond, tabii ki video oyun dünyasında da önemli yapımların yapılmasına vesile olmuştur ve başlıca örnekler şunlardır:



James Bond 007 (Atari 2600, Atari 5200, Colecovision, Sega SG–1000, Atari 400/800/XE/XL Computer, Commodore 64) Parker Brothers 1984
James Bond 007 in: A View to a Kill (Apple II, PC) Mindscape 1985
James Bond 007 in: Goldfinger (Apple II, PC) Mindscape 1986
The Living Daylights (Amstrad CPC, Atari 400/800/XE/XL, BBC Model B, Commodore 64, ZX Spectrum 48/128 and 2/3, Amiga) Domark 1987
James Bond: As seen in Octopussy (Apple II)
007: Licence to Kill (DOS/Windows) Domark 1989
James Bond: The Stealth Affair (Amiga, PC) Interplay 1990 (
The Spy Who loved me (ZX Spectrum, Atari ST, Amiga, Commodore 64) Domark 1990
James Bond Junior (NES/SNES) THQ 1992
James Bond 007: The Duel (Sega Genesis/Master System) Tengen 1993
James Bond 007 ([Super] Game Boy) Nintendo 1997
Goldeneye (Nintendo 64) Rareware 1997
Tomorrow Never Dies (Playstation) Electronic Arts 1999
The World is Not Enough (Nintendo 64, Playstation, Game Boy Color, PC) Electronic Arts 2000
007 Racing (Playstation) Electronic Arts 2000
007: Agent Under Fire (X-Box, Gamecube, Playstation 2) Electronic Arts 2002
007: Nightfire (X-Box, Gamecube, Playstation 2, Game Boy Advance, PC)

Bunlardan bazıları adventure oyunu olsa da, özellikle Ian Fleming'in yazdığı romanlardaki macera oyunu potansiyeli henüz yeterince değerlendirilememiştir. Önümüzdeki yıllarda bu açığın giderileceğine eminim.

Not: Bu yazım Adventuresoul(Macera Ruhu) Dergisinde yayınlanmıştır.

Selam ve sevgiler.

Spiritualism and Islam

Our video:


http://www.youtube.com/watch?v=EXA38GeVM6k

Bir agnostikle yaptığım tartışma (2. kısım)

OktayD Posted: Feb 22 2006, 09:32 PM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 200
Member No.: 4
Joined: 30-January 06



Sayın Emre,
Dediğim gibi sizin inanç dediğiniz şey farklı bir şey. Aynı şeyden bahsetmiyoruz. Siz olayı gerçekliğe bağlıyorsunuz. Bu mesajı gördüğünüze inanıyorsunuz mesela. Bu sizin inanmak anlayışınız. Yani siz gerçekliğin ancak inanmakla elde edilebileceğini savunuyorsunuz. Ben aksini savunmuyorum ama bunu da iddia etmiyorum. Ben gerçekliğe ulaşan bir yol bilmiyorum. Benim konum değil. Bu yüzden, eğer gerçekliğe inançla ulaşıyorsak bilgiye de öyle ulaşırız demiş oluyorsunuz. Bu bilgi yanlış ya da doğru fark etmez, diyorsunuz, ona inançla ulaşılır. Ama işte ben bundan bahsetmiyorum. Agnostizm bununla ilgilenmez. Bilim hele hiç ilgilenmez. Siz olaya bireysel bakıyorsunuz. Bakın sizin dilinizle yukarıdaki cümlelerimi çeviriyorum: "Bilimsel bir deney yaptığınızda, bu deneyi yapan herkes için aynı şeyi inandıracak derecede yapılır."

Şimdi oldu mu? Kaç kilobyte'dır size bunu anlatmaya çalışıyordum ama sizin bu kadar farklı bir şeyden söz ettiğinizi de düşünmüyordum. Hep söylerim: "iki kişi düşünce konusunda anlaşamıyorsa ikisi aynı şeyden bahsetmiyordur". Bilim matematik ya da agnostizm sizin bahsettiğiniz şey hakkında ne yorum ne de başka bir şey yaparlar. Bilim bireysel bir bakış açısından oluşmaz. Bilim görüngülerle (fenomen) uğraşır. O görüngülerin kaynağını araştırmaz. Onlar metafiziktir.

Sizin her bilginin inanç olması önermesine götüren şey buydu. Hiç kimse çıkıp kendisinin var olduğunu bile kanıtlaması beklenemez. Kişinin kendisi dahi var olduğunu kendisine kanıtlamakta zorluk çekebilir (düşünüyorum öyleyse varım ). Ancak var olduğuna inanabilirsiniz. Siz de var olduğunuza inanıyorsunuz. Var olmak bir görüngüdür. Fizikte bir parçacığın varlığı tam anlamıyla bir görüngüdür. Anlatayım:

Siz bir parçacığın varlığını, başka parçacıklarla olan ilişkisiyle kanıtlarsınız. Her aynı koşulda aynı etkiyi bırakan şeye parçacık deriz. Bu etkilerden en önemlisi, momentumdur (klasik mekanikte kuvvet momentum değişimi olarak tanımlanır). Fizik momentum değişimi yaratan her etki kaynağına parçacık der. Yani parçacık deyince küre şeklinde oradan buraya hareket eden bir şey düşünmek yerine, şu şu şu özelliklere ve momentuma sahip "şey" anlıyoruz. Parçacık dediğimiz şey, sadece belli etkilerin adlandırılmasıdır. Görüngüdür. Bilim bu tür etkilere isim takıp olayı basitleştirir ve bu olayları inceler. İster inanın ister inanmayın. Mesela elektron diye -1.602 x 10^-19 coulomb luk yüke sahip, 1/2 spinli, 0.511MeV/c² kütleli ve elektromanyetik dalga özelliği gösteren parçacıklara diyoruz. Mesela -1.602 x 10^-19 coulomb yüke -1e deriz kısaca. Çünkü elektrik ilk bulunduğunda böyle denilmiş. Eğer -3 denilseydi de olurdu (hatta kuarkların -1/3, +2/3 gibi yükleri olmuş olmazdı). Kuarklar da çeşitli deneylerde (hızlandırıcılarda bir protonla bir nötronu çarpıştırarak) elde edilen değişik özelliklere sahip "şey"lerdir. Kısaca bilim, sınadığı görüngülerin kurallarını araştırır. Sizin bahsettiğiniz şekli bilimin umrunda değildir.

Saygı Sevgi ve Mantık...



Emre_1974tr Posted: Feb 23 2006, 12:18 AM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 193
Member No.: 29
Joined: 6-February 06



Sevgili oktay,

Hayır ben olayı gerçekliğe falan bağlamıyorum.Hiçbir alaksı yok.Diyorum ki bilgi denilen şey inançlarımızdır.İster gerçek olsun ister olmasın,ister doğru olsun isterse de olmasın.Eldeki delilleri yeterli görüp iman etmek veya tam tersi bizim inancımızı oluşturur.

Agnostizm bununla ilgilenir -ilgilenmez bahsettiğim bu değil.Bilim tamamiyle bununla ilgilenir ve bilim agnostik değildir diyorum.

Herkesi ikna eden deliller,deneyler dediğin şey de bir inancı oluşturur.Ama bu deliller yine herkesi ikna etmeyebilir.Bireyin iç dünyasına kalmıştır o sunulan delilleri yeterli bulup bulmamak.

Hatta daha evveline gidelim.Bu deneyleri yapıp bir sonuca ulaşan bilimadamları da eldeki deliller sonucu yeni bir inanç elde etmişlerdir ve bunu elde ettikleri inancı topluma "bilimsel bilgi" adıyla sunarlar.Ama sunulan inançtan başka birşey değildir aslında.

Bu bilginin(inancın) ne olduğuna karar veren kurul da bireylerden oluşur ve o bireyler de elde ettikleri inancı tüm insanlara sunarlar.Yani o inancın(bilginin) elde edilişinden tutun da ,insanlara sunulduktan sonra diğer bireylerin o inancı kabul edip etmemeleri bile bireysel bir olaydır.

Hatta bilimadamlarından ,hatta o kuruldan biri meslektaşlarının bu inancına katılmayabilir ve ileride ispatlarıyla meslektaşlarının yanlış inancını yıkabilir.

İster kural olsun,ister bir tanım,ister de de başka birşey.inançtan başka birşey değiller.Öncelikle o kuralın öyle olduğuna ilgili araştıran bilimadamları bireysel bazda ikna olur.Sonra da bunu yine insanlığa sunarlar.O bilimadamlarının sundukları şeye inanmaları-kabul etmeleri onların inancı,etmeyen meslektaşlarının inancı da onların inancıdır.Yine sunulan topluma baktığımızda bu sunulan inancın delillerini kabul edip etmemek,yeterli bulup bulmamak tıpkı bilimadamlarında olduğu gibi bireysel bir olaydır.Ve bu bilgiye inanıp inanmamak da o bireyin inanç dünyasını şekillendirir-oluşturur.

Bilim ve felsefesi tamamiyle inanç-bilgi üzerine kuruludur.

Selam ve sevgiler. 


OktayD Posted: Feb 23 2006, 01:26 AM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 200
Member No.: 4
Joined: 30-January 06



Sayın Emre, biz böyle anlaşamayacağız galiba aynı şeyleri söylemeye başladık. Demin yazdım bir şeyler sonra birden farkına vardım. Aynı şeyleri yazıyorum. Sizin mesajlarınıza baktım, aynı şeyler. Gelin başka bir açıdan bakalım.

Sizin cümlelerinize dikkat ettim. İnanç diye başka bir şeye diyorsunuz gibi geliyor. Yani oradan inanç sözcüğünü attığımda inançla alakası kalmıyor cümlelerin. Bilim zate kesin değildir. Yani şu kesinlikle şöyledir diyemiyorsunuz. Bence siz bilimsel bilginin yorumunu alıyorsunuz. yorum gerçekten de inançtır. Mesela tarihsel bir şey anlatayım:

Newton kuramını biliyorsunuz. Newton'un kuramı belli ilkelere dayanır:
1. Eylemsizlik ilkesi.
2. Zamanın mutlaklılığı.

Eylemsizlik ilkesi hiçbir şeye dayalı değildir. Çok ilginç bir ilke. Yani inanç gibi duruyor. Ama deneyle gözlemle kanıtlanmış. Yani şöyle diyor: "Bir kapalı sistem (enerji alışverişi olmayan bir sistem) hızını sonsuza kadar korur". Başka bir deyişle "kapalı bir sistemin v hızında giderkenki hali ile durgun hali arasında hiçbir fiziksel ayrım yapılamaz". Yani tüm etkilerden arınmış bir ortamda mekanik yasaları hızınız ne olursa olsun aynıdır". Gerçekten de bunun hiçbir dayanağı yoktur. Tek dayanağı öyle olmasını istememizdir. Yani biz bu şekilde sadece hızdan bağımsız yasaları elde edebiliriz. Hıza bğalı olarak dğeişen fizik yasalarına ulaşma imkanımız olamaz, olursa çelişkiler elde ederiz.

Gelelim mutlak zamana. Newton düşündü ki her yerde ve koşulda zaman aynı işler. Yani saatlerimizi aynı anda başlatıp birimiz dolaşsa gelse diğeri inse çıksa, seyehat edip gelse, tekrar birleştiğimizde saatlerimiz aynı değeri gösterecekti. Bu cidden bir inançtı. Bunun hiç mi dayanağı yoktur. Gözlemle öyle gibidir. Bu yüzden bu ilke ile sadece zamanın heryerde aynı olduğu koşulların fiziğini bulabiliriz.

Buraya kadar, herkes bu kurama sıkı sıkıya bağlanmıştı. Ama fizik için havada birçok kuram uçuşuyordu. Bir yerde elektrik kuramı bir yerde manyetizma kuramı, bir yerde optik bir yerde mekanik. Hepsi farklı fiziklerdi ve biri diğeri tarafından açıklanamıyordu.

birden tam 250-300 yıl sonra, bir hareketlenme olmuştur. Maxwell diye biri Elektromanyetizma kuramını geliştirmiştir. Bu sayede fizik ikiye ayrılır. Mekanik ve elektromnyetizma. Sonra Lorentz Einstein Poincare gibi bilimadamları bu iki kuramı birleştirmek için adımlar atmışlardır. Einstein tüm bu adımları toplayıp tek bir kuram haline çevirmiştir. Ama nasılı önemli !!

Einstein makalesinde (1905) kuramı şu ilkelere dayandırdı:
1. Eylemsizlik ilkesi (daha genişletilmiş adıyla Görelilik İlkesi)
2. Işığın sabitliği ilkesi.

Einstein dan hemen önce, Michealson-Morley deneyi denilen bir dizi deney yapıldı. Burada görüldü ki ışıkhızı için, bir gözlemci hangi yöne giderse ve hangi hızla giderse gitsin, başka bir gözlemciyle aynı hızı ölçülüyor!! Sadece bu iki ilekeye dayanılarak mekanik yasaları elektromanyetizmayı da içine alacak şekilde değişmiş ve ilerlemiş oluyor. Yani Newton zamanı mutlak olarak düşünmeseydi de ışıkhızının sabitliğini bilseydi hiç böyle olmayacaktı. Ama o zaman Newton'un da aklına takılmış. ortada bir çelişki görülmüş, bunu gidermek için de Newton ışığın hızını sonsuz almıştır. Gerçekten de Einstein'ın denklemlerinde c değerini (ışıkhızını) sonsuza götürünce Newton'un kuramına ulaşırsınız. Bunun anlamı ışığa göre çok küçük hızlarda Newton mekaniği geçerliydi.

(Böyle küçük yazınca daha iyi oldu sanki )

Görüldüğü gibi tüm olay bir yaklaşıklıktan kaynaklı. Aynı şey 1. ilkenin de başına gelebilir. görelilik ilkesi de bir gün bir yaklaşıklık içerdiği görülebilir. Ama burada unutmamak gerekir ki belli bir yaklaşıklıkta fizik bilinen fizik geçerlidir. Fiziğin amacı bu yaklaşıklıkları olabildiğince belirginleştirmektir. Bu yüzden fizik kesin değildir. Deney bize her zaman belli bir hata payı verecek. Bu kaçınılmaz. Bu yüzden yaklaşıklıklar vardır. Deneyler hassaslaştıkça daha kesin ve oturaklı şeyler vardır. Bu yüzden diyorum ki o yaklaşıklıktan kuramın kendisi haberdar olamaz. Bu her formel sistem için geçerlidir. Matematiksel bir gerçektir. Bu yüzden başka deneyler yaparız. Bu başka deneyler yeni bilgilerdir. vs şeklinde ilerler. Sonuç olarak bilimdeki her kuram bir formel sistem olduğu için agnostik bir eğilim sergiler. Bu yüzden Tanrı gibi bir şeye ulaşma çabası bilim yolunda başarısızlıkla sonuçlanır. Yukarıda daha ayrıntılı anlattım. Bilim, Tanrı konusunda agnostik olmak zorundadır. Ama ayrıca agnostizmin daha genel bir biçimi olan w-eksikliklidir. Çünkü sanırım agnostizm sadece Tanrı ve tinsel konularda bir tutum sergiliyor. Ben bilimin Gödel'in teoremi nedeniyle Tanrı ve tinsel konularda yorum yapamayacağını söylüyorum. Çünkü formel sistemler tutarlı oldukları sürece w-eksiklidirler. Newton kuramının kendi içinde tutarlılığı vardır. Ama deneyler ışıkhızına yakın hızlarda yapıldığında eksiklik ve çelişkiler baş gösterir. Zaten bu deneyler eksikliğin giderilmesi içindir.

lütfen Sayın Emre aynı şeyleri tekrarlamayın. Ben sizin ne dediğinizi anladığımı sanıyorum (ya da inanıyorum ) Ama dediğim gibi bilim bu konuda böyledir. İnançtan uzak durmaya çalışır. İnancın nelere yol açtığını tarihinde örneklemiştir. Ama eğer inancı bildiğimiz anlamın dışında kullanırsanız, yani bilgi sözcüğü yerine inanç derseniz o zaman bir şey diyemeyeceğim. Çünkü o zaman demek istediğim kavramda inanç demiş olamam. O zaman inanç yerine de başka bir kavram kullanmalıyız. Lütfen demek istediğim ince ayrıntıyı düşünün. Nesnellik konusunda biraz düşünelim. En nesnel önerme nedir onu düşünmeye çalışalım...

Saygı Sevgi ve Mantık...



Emre_1974tr Posted: Feb 23 2006, 02:47 AM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 193
Member No.: 29
Joined: 6-February 06



sevgili Oktay öncelikle kısasla başlayayım ben de senin gibi bir kısmı tekrarlayayım.

1-Hayır bilim agnostik falan değildir.Agnostik felsefe gerçek bilimle tamamiyle çelişir diyorum.Bilim bu yanlış yargıdan tamamiyle uzak olmalıdır ve aslında da aynen öyle uzaktır.

2-Şimdi düşüncelerimi farklı bir şekilde anlatmaya geldi sıra.

Sevgili Oktay sen inancın ne olduğunu bilmiyorsun.Daha doğrusu yanlış biliyorsun.

"SEN ZANNEDİYORSUN Kİ" BİRŞEY KESİN DEĞİLSE,MUALLAKTAYSA,HERKES TARAFINDAN AÇIKÇA GÖRÜLEMİYORSA-İSPATLANAMIYORSA BU İNANÇTIR,YOK TERSİ İSE BİLGİDİR.

İşte yanlış inancın(bilgin) burada seni çıkmaza sokuyor.Hayır birşey kesinse,sürekli tekrarlarla ispatlanabiliyorsa ve herkese gösterilebiliyorsa yine de inançtır.Hem de inancın en kuvvetli halidir.

Onun gerçekliğine inanman senin inancındır.İstediği kadar kesin ve tekrarlanabilen olsun yine de inancındır.Elindeki delilleri yeterli görüp onun gerçekliğine ikna olup iman etmişsindir.

O şeye tüm dünya ve evren insanları tarafından inanılıp gözlemlenebilse yine de inançtır.Hatta asıl o zaman kesin bir inançtır.

İnanç demek belirsizlik,emin olmamak demek falan değildir.Hayır ,kesinlik çok daha büyük ve kuvvetli bir inanç demektir.o şeyin gerçekliğine çok daha şiddetli bir şekilde iman ediyorsun demektir.

Sürekli söylüyorum,yerçekimi gücü,suyun kaldırma kuvveti tüm bunlar senin çok kesin inançların.Her yaşadığın yeni ilgili olay veya gerçekleştirilen her yeni ilgili deney bu inancını daha da kuvvetlendiriyor.

Eğer birşey muallakta değil,kesinse ,bu inançların en büyüğü ve netidir.Herkes tarafından gözlemlenip ispatlanabiliyorsa bu da inancın en şiddetli örneklerinden birini oluşturur.O şeyin gerçekliğine çok emin bir şekilde iman etmektesindir artık.

Asıl inanç budur.Onun varlığından-gerçekliğinden elindeki deliller sonucu çok eminsindir.Çok ama çok kuvvetli bir inancın vardır artık onunla ilgili.Tam inançlı-imanlı olma hali budur.

Selam ve sevgiler.


ON WAR Posted: Feb 23 2006, 03:18 AM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 902
Member No.: 2
Joined: 28-January 06






uzun uzun yazmissiniz
hafta sonu okuyacagim..

inanc ve bilgi arasindaki farklar konusuna dönecegiz.
agnostisizm ve bilim.. 



OktayD
kidemli üye


Group: Members
Posts: 200
Member No.: 4
Joined: 30-January 06



Sayın Emre yine takrarlamışız Olmadı. Anlatamadım.

Sizin cümlelerinizi özeztleyerek basitçe (ince eleyip sık dokumadan) aktarıyorum:
(1) Bilim Felsefesi ile Agnostizm çelişir.
(2) Bilim hali hazırda agnostistik değildir.
(3) Kesin olan bilgi inançtır.
(4) Kesin olmayan bilgi de inançtır.
demiş olduğunuzu görüyorum.

Size kavram karmaşası olduğunu söylemiştim. Eğer anlaşamıyorsak farklı anlam taşıyan aynı kavramları kullanıyoruzdur. Bu son mesajınızla bunun farkına daha çok vardım. Siz cümlelerinizi basitleştirdikçe kullandığınız kavramların anlamları kendini belli ediyor.

Benim demek istediklerimle yukarıdakileri karşılaştırın:
(1) Bilim felsefesiyle Agnostizm çelişmez. [zaten öyle olmasa 2 de doğru olmazdı]
(2) Bilim hali hazırda agnostistiktir.

Son iletinizde anlatmak istediğimi anlatamadığım açıkça görülüyor:

QUOTE
"SEN ZANNEDİYORSUN Kİ" BİRŞEY KESİN DEĞİLSE,MUALLAKTAYSA,HERKES TARAFINDAN AÇIKÇA GÖRÜLEMİYORSA-İSPATLANAMIYORSA BU İNANÇTIR,YOK TERSİ İSE BİLGİDİR.


Ben öyle bir şey demedim. Demek de istemedim. Öyle zannetmiyorum da. Ben bilginin inançla bağlantısı olmadığını söylüyorum. Bilgi ayrı şey bir bilginin inanç olup olmaması ayrı şey. Kesin bilgi de inanç olabilir, muallak bilgi de olabilir. AMA diyorum ki HER bilimsel bilgi, inanç değildir. Ayrıca HER inanç, bilimsel bilgi değildir! Yani biri diğerininn alt kümesi falan değildir. Benim kullandığım anlamı budur. Ama ötesi var. Yani anlaşamadığımız asıl nokta:

Şunu çok iyi anlamanızı istiyorum. Bunu anlatmakta biraz zorlandım. İnanç olan şey bireyseldir. Ama bilim bireysel değildir. Bunu tekrarlamak istemezdim ama bilimadamı inanabilir inançla düşünebilir ama bilim bireysel değildir! Bilime ingirgemeci gözle değil bütüncü bir gözle bakmalıyız. Çünkü bilim bireylerden değil onların çalışmalarından oluşan ama bahsedildiğinde o çalışmalardan bağımsız ifade edilebilen bir üst sistemdir. Karınca kolonileri ya da beynimiz gibi... Siz koloniden ya da beyninizden bahsederken karıncaların her birinden ya da nöronlardan bahsetmezsiniz.

Agnostistik yaklaşmakla bilimin bu tutumunu desteklersiniz. Ama isterseniz olmazsınız ve bilim bundan etkilenmez. Etkilenirse bilim olmaz. Biliyoruz ki bir sürü dinde düşüncede bilimadamı vardır ama bilimin kendisi bu bilimadamlarının inanışlarından ilerlemez.

Aslında agnostizmi anlatırken buna önem vermek gerekir. Çünkü agnostizmde hem bütüncülük hem de ingemecilik vardır. Agnostizmin kendisi bütüncü iken agnostik olan kişi indirgemeci olarak düşünülmelidir. Matematik de böyledir.

Kısaca, sizin bahsettiğiniz şeyi inanç olarak düşünemiyorum, çünkü siz bütüncül bir kavrama bireysel bir özellik yüklemiş oluyorsunuz. Evrendeki her bilgiye inanç olarak baktığınızda bakış açınıza sadece bilimadamları ve onların tikel çalışmaları girer. Oysa bu tikel çalışmaların bütününde bir sistem vardır ve biz ona bilim diyoruz. Anlatabildim mi? Bu yüzden sizin söylediğiniz cümleler çelişkiye düşmemiş olur çünkü tanımları çelişmemeleri için yapılandırılmıştır.

Lütfen satır aralarını iki kere okuyun... Ben özellikle sizinkilerin arasını bakmaya ve onları belirterek aynı şeyleri tekrarlamamaya uğraştım. Böylece birbirimizi daha anlayabilir ve tartışmamız uzlaşması belki bir umutla gerçekleşebilir (normal şartlar altında bitmemesi lazım...)

Saygı Sevgi ve Mantık...




Emre_1974tr Posted: Feb 23 2006, 11:44 PM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 193
Member No.: 29
Joined: 6-February 06



Sevgili Oktay yine dediğimi anlamamışsın veyahutta ben anlatamamışım.

1-İşte o bütüncül sistem dediğin şeyi "bireylerin inancı" belirliyor.O bilimsel kurul bireylerden oluşuyor ve onların-kabulu-inancı,"bilimsel bilgi" adı altında insanlara sunuluyor.

Yani yine bireylerin oluşturduğu bir inanç uzlaşımı var.Bu inanç uzlaşımı daha sonra da tüm insanlara aktarılıyor.

Yine bireylerden başlayan bir inanç serüveni söz konusu başka birşey değil.Sonra bu bireyler bireysel inançlarını kollektif hale getirse de getirmese de hiçbirşey değişmiyor.Yine de sadece inanç var ortada.

2-Bu bilim grubu-kurulu kollektif bir inanç geliştirince bu sefer inanç ,o noktadan sonra bireysel inançtan kollektif inanca dönüşmüştür.Ama bu kollektif inancı bireysel inançların toplamı ve veya uzlaşması oluşturmuştur.

Ondan sonra kurulun kollektif inancı da yine inançtan başka birşey değildir.Ve yine dikkat kuruldaki her birey bu inanca iman ediyor.

3-Daha sonra kurulun dışındaki bireyler de bu inanca katılıp katılmamakta,eldeki delilleri yeterli bulup bulmamakta yine tamamen özgürdür.İster bilimadamı olsun ister olmasın.

4-Bilim agnostik olmamalıdır ve zaten de değildir

5-Lütfen dikkat,algı-kabul olmadan inanç olmaz.Algı-kabul olmadan bir şeye bilgi(inanç) adı verilmez.O şeyi kabul eden bir beyin veya beyinler bütünü olacak ki buna da inanç(bilgi) diyoruz.

6-Ve son olarak bürtünsel de olsa,kesin de olsa,bireysel de olsa,sürekli tekrarlanabilse de inançtır.

O şeyin varlığına birey,toplum,kurul ya da başka birşeyin inanıyor olması hiçbirşeyi değiştirmez.Yine sonuç olarak birileri inanıyor ve bu da imandır,inançtır.

Yok hiç bir birey inanmasaydı zaten bilgi diye toplumun önüne sürülmezdi.Önce "en az bir kişi bu şeye iman ediyor" ve inancını(bilgi adı verip) sunuyor.Ortada inanç-bilgi olmadan bilim olmaz.Bilgi de inançtan başka birşey değildir.

Selam ve sevgiler. 


OktayD Posted: Feb 24 2006, 12:22 AM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 200
Member No.: 4
Joined: 30-January 06



Emre Bey, ya, anlatamıyorum. Sanki bir önceki mesajı atmamışım gibi geldi! Diyorum ya aynı kavramdan bahsetmiyoruz diye. Üstelik tikelden tümele bir özelliği nasıl geçirdiniz anlamadım. eğer öyle olsaydı herşey karmaşık olurdu. Siz cümleleri yazarken harfleri kullanırsınız. Hiçbir harf kendi başına bir şey ifade etmez. İsterseniz harflerin farklı anlamları olsun ama bunları dizince artık o harflerden bahsetmezsiniz, artık cümle vardır.

Bir insandan bahsederken, onun hücrelerden oluştuğunu bilirsiniz ama çıkıp da kimse onun hücrelerinden bahsetmez, artık o kişiliğin kendisi vardır. Her hücreye teker teker bakarsanız, bilinçleri olmayan sadece protein üreten birimler olduğunu görürsünüz ama bunların oluşturduğu şey bilinçli dediğimiz bir insandır.

Bilim de böyledir. Bilim bir kurul ya da ona benzer bir şey tarafından yönetilmez. Bilimsel çalışmalar bilimi şekillendirir. Bireyler değil onların çalışmaları bilimin yapıtaşlarıdır. Ama bilimden söz ederken onun yapıtaşlarından bahsetmezsiniz. Kimyadan bahsederken, mesela atom yörüngelerinden bahsederken kimse çıkıp da aslında protonların kuarklardan oluştuğunu ve elektronların bu kuarkların etkileşiminden çıkan fotonlarla etkileşerek enerji düzeyleri oluşturduğunu vs söylemez. Kimya fiziğin bir üst sistemidir, ve kimya fiziğin kavramlarından bağımsız olarak ifade edilebilir. Kimya ile Fizik arasındaki bu ilişki deneyle Bilim ile olan ilişki gibidir. Bir bilimadamının ne düşündüğü neye inandığı bilimi etkilemez, bilim hiçbir bilimadamının düşüncesini taşımaz. Bilim bilimadamlarının bir üst düzeyidir. Siz bilimadamındaki inanç kavramını bilime aktaramazsınız. Bilgi de değişir. Eğer bilimadamındaki bir bilgi inanç (benim bahsettiğim inanç kavramı) ise bilimadamı çalışmasıyla bu bilgiyi bilime kazandırdığında; bilimden bahsederken artık o bilgi inanç değildir. Artık o bilimsel bilgidir. Ama bilimadamındaki (aynı bilgi olduğu halde) bireysel bilgidir. Bu bireysel bilgiye inanç diyebilirsiniz. Ama bu bilimsel bilginin inanç olmasını gerektirmez. bilimsel bilgi inançtan arınmış bir bilgidir. Siz bunu bireysel düzeye çektiğinizde ancak inançtan bahsedilebilir. Çünkü bilim iman etmez! Birey edebilir ancak.


QUOTE
4-Bilim agnostik olmamalıdır ve zaten de değildir


Diyorum işte, aynı şeylerden bahsetmiyoruz. Bilim şu anda agnostistiktir. Agnostizmin tanımında inanç terimi geçmiyor. Bilimin tanımında inanç tanımı geçmiyor. Allah aşkına bu inanç terimini bu başlığa kim soktu???

İnançla bilimin bir alakası yoktur. Lütfen bu terimi bu başlıkta aynı amaçla kullanmayalım. (cidden ya nasıl girdi bu terim, tartışmaya?).

Saygı Sevgi ve Mantık...


Emre_1974tr Posted: Feb 24 2006, 12:36 AM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 193
Member No.: 29
Joined: 6-February 06



Sevgili oktay anlatamıyorum galiba (kısasss)

İşte o bireylerin çalışması ve inançlarına bilimsel bilgi adını veriyoruz.Veyahutta o kurulun inancına bilimsel bilgi adını veriyorsun.Ama yine de inanç var.

Bilim tamamiyle inanç üzerine kuruludur ve agnostik olması mümkün değildir.

Tekrarlıyorum senin o bilime malolmuş dediğin bilgi,o işi yapan bilim adamı veya bilimadamlarının inancını aktarması sonucudur.

Bireylerin inancı olmadan o tez-bilgi oluşturulamazzzzzz.

O görüşü-bilgiyi yeni bir yapıtaşını sunanlar yine inançlarını aktarıyorlar hepsi bu.

Ondan sonra başkalarının bu inanca katılıp katılmaması bambaşka birşeydir.Ben oluşturulma aşamasında da aynı şeyin olduğunu söylüyorum ki söylememe bile gerek yok zaten böyledir.

İster o kuramı oluşturan tek bir bireyin inancı olsun,isterse bir kurulun inancı.İster bir ilk olsun,isterse daha evvelki şeylere ekleme-geliştirme yapılsın.Hiç farketmez.Bunu insanlığın önüne sunanlar ,inançlarını delilleriyle birlikte sunuyorlar.

Oluşan kollektif bir yeni inanç olsa da olmasa da hiçbirşey değiştirmez.İnsanlar buna inansa da inanmasa da yine hiçbirşeyi değiştirmez.Sonuçta bilimsel bilgi adında sunulan bir inanç söz konusu.

O kuram-bilgi adını verdiğin şey,onu oluşturan veya oluşturanların inancından başka birşey değil.

Ve yine söylüyorum ister takım çalışmasıyla oluşur,ister bireysel,isterse ortaya bambaşka bir eser çıksın farketmez.Bu ortaya çıkan şeyi,onu ortaya atan insanların inançları oluşturdu.Sonra da bu inançlarını insanlığa sundular.Onlar inandıklları şeyi,imanlarını insanlara sunuyorlar.Ne kadar zorlarsan zorla bu böyle.Bilgi denilen şey inançtan başka birşey değil.

Selam ve sevgiler. 


OktayD Posted: Feb 24 2006, 04:04 PM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 200
Member No.: 4
Joined: 30-January 06



Tikel düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz. Onca şeyi boşuna yazmışım, sonuçta anlatamadım. Yanıtlarınız için teşekkürler.

(Bu başlık amacından uzaklaşmıştır.)

Saygı Sevgi ve Mantık...


--------------------

"Siz de iyi biliyorsunuz ki biz, hepimiz aynı nedenden dolayı matematikçi olduk; tembeliz." Max Rosenlicht


Emre_1974tr Posted: Feb 24 2006, 04:30 PM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 193
Member No.: 29
Joined: 6-February 06



Yok asıl ben anlatamadım.Size yanılgınızı-yanlışınızı ve önyargınızı iyi gösteremedim.

Ve son kez anlatarak sizin sayfanızdan ayrılıyorum.Bana mutlaka cevap vermemi gerektirecek bir ifade yöneltmediğiniz taktirde bu son iletim olacak burada.Size zorla inancınızdaki hatayı göstermekle yükümlü değil kimse zaten.

1-Diyorum ki o bilimsel bilgi adını verdiğin şey hokus pokusla var olmuyor.Birileri veya biri onun öyle olduğuna iman ediyor ve sonra da tüm insanlığa sunuyor bu inancını(bilgisini)

Şimdi farzedelim ki Oktay adında bir bilimadamı var.

Çalışmasında diyor ki; a+s=araba. Buna inanmıştır Oktay adlı bilimadamı ve ispatlarıyla bilim dünyasına sunmuştur.Bu ister takım çalışmasıyla olsun ister tek başına,ister sıfırdan yeni bir iddia olsun isterse de daha evvelkilere birşeyler katarak elde edilsin,hiç farketmez.Oktay(ya da çalışma grubu) kendine "a+s=araba" şeklinde bir inanç oluşturmuştur ve delilleriyle birlikte bilim dünyasındaki onaylayıcı merciye sunmuştur.

Sonra bunun gerçek olup olmadığına,bilimsel olup olmadığına ilgili kişiler de karar verir.Ya ikna olup bilimsel bilgi derler ya da redederler.Bakın yine inançtan başka birşey yok ortada.

Ve üçüncü aşamada da bu inanç tüm insanlığa sunulur ve dileyen inanır dileyen de inanmaz.

Yani bilimsel bilgi adını verdiğiniz inanç üç aşamadan oluşuyor:

A-Önce o inanca bir bilimadamı veya bilimgrubu sahip oluyor ve ifadelerini bu inançları doğrultusunda oluşturuyorlar.(İnancın oluşup sunulması aşaması)

B-Bu oluşturulan yeni inanç ilgili kabul grubuna sunuluyor.Bu inancın-bilginin bilimsel olup olmadığına ilgili kimseler karar veriyor(bu sunulan inancın doğru olup olmadığına,bilimsel olup olmadığına karar verilmesi ve kabul edilmesi aşaması)

C-Son olarak da bu inancın tüm insanlığa sunulması.Burada da bireyler bu sunulan yeni inanca iman edip etmemekte tamamen özgürdürler.Ve yine inançtan-imandan başka birşey yok ortada.

Başka bir deyişle:

A-İnancın oluşturulması(birey veya grup tarafından) ve ilgili merciye-otoriteye sunulması.

B-İlgili mercinin bu inanca iman ederek onaylaması ve bilimsel bilgi kabul etmesi.

C-Halka sunulması ve bireylerin inanıp inanmaması.

Her aşamasında da inançtan başka birşey yok ve olması da mümkün değil zaten.

O kayda geçen bilgiler öncelikle birilerinin beyninde şekillenip iddiaya dönüştürülüyor.Yoktan var olmuyor,sadece birileri inancını sunuyor o kadar.Birşeye ekleme yoluyla da olsa bu yine aynı şekilde ekleyenin inancıdır öncelikle.Başka hiçbirşey değil.ve birşeye inanmak inançtan başka hiçbirşey olamaz.

Selam ve sevgiler.

OktayD Posted: Feb 24 2006, 05:53 PM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 200
Member No.: 4
Joined: 30-January 06



Bakınız, hala sizin tikel yönde olduğunuzu kaç mesajdır gösteremedim, önemli değil. Şu iletiyi hiç istemeden atıyorum, ama bir yandan da bir ses bana "at!" diyor. Dayanamayıp yanıtlıyorum...

Siz bilimden söz ederken bilimadamından bahsederek gittiniz. Diyorum ki bir süt düzey olan bilimden bahsederken alt düzeydeki bilimadamlarından bahsedemezsiniz. Bahsederseniz o iki düzey aynı düzeydedir. Düzeyler diye biri diğeri cinsinden ifade edilmediğinde yine aynı şeyi koruyan sistemlere diyorum. Bilim ve bilimsel bilgi ayrı düzeydedirler (sanırım siz bir tutuyorsunuz?). ve ben bilimden bahsederken bilimsel bilgi sözcüğünü kullanmadan da aynı şeyleri söylerim. Bu düzey ilişkilerin altta üstte olmasını belirleyen özellik, birinin diğerinin eleman olmasıyla oluşmasıdır. Mesela A düzeyi atomun elektron düzenini ve B düzeni de atomlar arasındaki etkileşimleri açıklıyorsa, B nin her elemanı A nın açıkladığı bir sistem olduğu için A, B nin alt düzeyidir derim. Ben B den bahsederken A daki elemanları kullanmam. A ya göre iki atomun etkileşmesi demek elektronlarının etkileşmesi demektir ama B ye göre elektronlardan söz etmeye gerek kalmaz.

Umarım bu örnek yeterlidir. Çünkü bilim de böyledir. Bilim kendiliğinden oluşmuştur. Tıpkı felsefe gibi, matematik gibi. Burada alttaki düzey yani bilimin elemanı olabilen sistemlerin her biri bilimadamlarının çalışmalarıdır. Siz bu alt düzeyden bahsedip durdunuz. İnançtır imandır, vs. Oradaki bilginin inancın ve her neyse onun sonucunda oluşan alt ürün çalışmadır. Bu çalışmaların bireyle bilimadamıyla düşünceyle ve deneyle ilişkisi ve diğer çalışmalarla ilgisi alt düzey bir sistemin elemanlarıdır. Bunun kesin bir dille anlatılan ama düzey dağılımlı birçok sonucu (fizikte bu düzey dağılımı çok önemlidir çalışma aşamasında), deneylerin verileri bilimadamının bireysel inançları vs vardır. Bunlar da sizin haklı olduğunuzu düşündüğüm konudur. Yani bu alt olan düzey, dediğiniz gibi imanla ya da herneyse onla bezenmiş olabilir (olmayabilir de, bilmiyorum). Kaldı ki bilgiyi kesin yapmayan bölüm burasıdır. Bu düzeyde hiçbir bilgi kesin değildir ve gerçekten de buradaki bilgi zihnin gölgeleridir (inanç olabilir demenin başka bir yolu).

Bunun bir üst düzeye geçerseniz, tüm bunlardan habersiz bir şekilde konuşabilirsiniz. Artık alt düzeyde olan kesinsizlik burada kesinliğe dönüşmüştür. Bu düzeydeki her bilgi kesindir. Çok ilginçtir ki burada bilgi dediğimiz şey çalışmalarda değildir, evrenin kendisinde de değildir. Buradaki bilgi tamamen soyut bir bilgidir. Kesindir çünkü. Evreni anlatmaz, insanı anlatmaz, çalışmayı anlatmaz, çalışmaların nerede nasıl olduklarıyla ilgili bilgilerdir. Bilimdir. Sonuç bilgisidir. Tarih gibidir. Evreni anlatmak ve anlamak istiyorsanız gidip her çalışmayı incelemelisiniz ama ne yazık ki bunu tikel olarak yapmalısınız. Yani evreni anlamak/anlatmak tikel bir harekettir ve bilim düzeyinde bunu yapamazsınız. Evreni anlamak için inanç devreye girebilir (girebilir, ama girmeye de bilir, bilmiyorum). Ama bilimi anlamak için inanç devreye girmez. Bilim inançtan bağımsız soyut bir olgudur. Soyut olduğu için evrenle olan bağları da soyuttur. İnsan ürünü değildir. İnsanlar olmasaydı yine bilim aynı bilim olurdu ama kimse bilmezdi (çok garip oldu, bu son cümleyi önemsemeyin).

Şimdi bilim ve inanç konusundan vaz geçelim. Bu başlık amacından "manyak" derecede saptı Ben bilimden değil agnostizmden söz edecektim. Bilim agnostizme sadece bir örnek olarak söylenmişti. İnanç da araya davetsiz bir şekilde girmişti. Bilim inancı sevmez (her ne kadar bilimadamı sevse de... Karıncalar da karıncayiyenleri sevmez ama karıncayiyenler karınca kolonisinin candostudur. Burada Koloni ile karınca farklı düzeylerdir!!) İsterseniz inanç ve bilimle ilgili bir başlık açın. orada felsefenizin en ince ayrıntılarını tartışın. Ama artık burada olmasın. Burası adına yakışır bi şekilde Agnostizm olsun. Her bilginin inanç olduğuna dair olan felsefeyi başka bir başlıkta tartışmak daha yapıcı olabilir. Lütfen ricamı kırmayın...

Agnostizm hakkında birkaç sorum olmuştu. Onları bir daha ama farklı bir şekilde soracağım. Ama şimdi değil, biraz tedbirli (başka yöne çekilmesin diye) davranacağım. Yakında sorarım...

Saygı Sevgi ve Mantık...



Emre_1974tr Posted: Feb 24 2006, 08:28 PM


kidemli üye


Group: Members
Posts: 193
Member No.: 29
Joined: 6-February 06



Şimdi bana zorla cevap hakkı doğurdun ama sevgili Oktay Ben de dayanamayıp yazmak durumundayım.

1-İnancın ne olduğunu ve dolayısıyla bilginin ne olduğunu anlamaya yanaşmak bile istemiyorsun.Önkabullerine körü körüne bağlı durumdasın ne yazık ki.

İnanç demek bir şeye körü körüne inanmak değildir.İnanç demek inanmak(veyahutta inanmamak) demektir Bu kadar basit.

Hala diyorsun ki bilimadamları imanlı olabilir belki vesaire.Yahu belkisi melkesi yok,ortada inançtan imandan başka birşey yok zaten.İnancını dile getirmekten başka birşey yok.Deneylerin sonucunda elde ettiği görüş de inancından başka birşey değil.

Üst düzey bilim dediğin şey de bir inancın yazıya dökülmiş hali o kadar.Yetkili kurul tarafından o şeyin bilimsel olduğuna inanılmış,kabul edilmiş,iman edilmiş o kadar.

Bilimadamlarının önyargılarından falan bahsetmiyorum.Doğrudan elde ettikleri sonuçtan bahsediyorum,ulaştıkları inançtan bahsediyorum.Sonra bu inancı onaylayıcı kurula sunmalarından bahsediyorum.Ve bu kurulun bu çalışmaya "bilimsel bilgidir" damgasını vurması için ona önce iman etmesinden bahsediyorum.O sunulan inancın bilimsel kriterlere uygun olup olmadığının belirlenmesi işlemi bile inanç çerçevesindedir.

Hayır o bilgi adı verieln şey kendiliğinden oluşmuyor.İnançlar silsilesi sonucunda oluşuyor.Bunu oluşturan da insanlardan başkası değil.Bir bilginin elde edilmesi de,kurul tarafından bilimsel etiketi yemesi de hep inançtır.Hep bireylerin kabulü-imanıdır.

Üst düzeydeki kesinlik inancın en güçlü halidir.Ve gerçek iman da budur.

HALA BİRŞEY KESİN DEĞİLSE İNANÇTIR DEME HATANIZI SÜRDÜRÜYORSUNUZ HAYIR ASIL O ŞEY KESİNSE TAM BİR İNANÇTIR.HEM DE KATIKSIZ-KUVVETLİ BİR İMAN İÇEREN İNANÇTIR.KESİNLİK DENİLEN ŞEY SADECE DUYULAN GÜVENİ VE İNANCIN KUVVETİNİ YANSITMAKTADIR.

Birşey muallakta değilse ,o şeyin gerçekliğine çok daha kuvvetli bir şekilde iman ediyorsun demektir.

Yukarıda yazdıklarım gerçekten boşa gitmiş.Ama ileride birgün aydınlanmanız yolunda ışık tutabileceği için yine de görevimi yapmamın mutluluğuyla buradan ayrılıyorum.


Selam ve sevgiler.